BEDEN DİLİ

İnsanlar iletişimi üç ayrı metotla gerçekleştirir: sözlü, yazılı ve sözsüz (beden dili).
Hepimiz doğduğumuz günden itibaren sözlü iletişim konusunda eğitim alırız ki, insanlarla iletişimde bulunabilelim. İnsanlarla karşı karşıya geldiğimizde, sadece sözlü olarak iletişim kurmayız, bedenimiz de önemli mesajlar aktarır. İşte bunun adı Vücut Lisanı, Beden Dili veya Sözsüz İletişim diye geçer.
Beden dili niçin önemlidir? İnsanlar gördüklerine duyduklarından daha fazla inanırlar. Bu lafı hepimiz belki yüz kere duymuşuzdur. Sözleri ve beden dili aynı manayı yansıtan kişiye, sözleri ve beden dili aynı mesajı vermeyen kişilerden, daha fazla inanırız. Bu sebepten dolayıdır ki, beden dilimizi bilinçli bir şekilde kullanmamız gerekir.


Yüz İfadeleri

kızgın tiksinti şaşkınlık sevinç

İnsanlar dünyanın her yerinde duygusal durumlarını yüz ifadeleri ile açığa vururlar. Kızgınlık, korku, şaşkınlık, üzüntü, nefret, sevinç gibi hislerimizi gösteren kas hareketlerinin tümü bütün insanlarda aynıdır. Zihnimizden, gönlümüzden silinmeyen, zengin anlamlarıyla içimizde derinleşen pek çok yüz vardır. Bir bakış, bir gülüş, bir ifade hayal ettikçe, düşündükçe yankılanır, derinleşir, unutulmaz. Beden dilimizin en belirgin ve en kesin anlamları yüzümüzdedir. Bir yüzde yüzlerce anlam gizlidir. İnsanlar genellikle duygu ve yüz ifadelerinin birbirleri ile doğrudan ilişkili olduğuna inanırlar. Bilim adamları duygular ile bu duyguların yüz ifadeleri arasındaki ilişkinin böylesine açık olmadığını düşünmüşler ve çeşitli araştırmalara yönelmişlerdir. Bu araştırmaların sonucunda kişiye ve sosyal yapıya ait bilinç ve bu bilincin oluşturduğu düşüncenin, insanın yüz ifadesini etkilediği ortaya konmuştur. İnsanın düşünmesi, duygu ve yüz ifadeleri arasındaki doğrudan bağlantıyı etkiler ve yönlendirir.
Yüz ifadesi, bir dizi insani duygular anlatır. Pozitif ve negatif ifadelerden oluşan, örneğin, öfke ile karışık gülümseme, ciddiye alınmaz. Gülümseme her zaman
Üzüntü
duygusal bir ifade
olarak görülmez, bazen de sadece konuşma sinyalidir. Tespit ettiğimiz bulguları uygularken kişisel farklılıkların boyutlarını da hesaba katmalıyız.
İnsanın yüzünde mimikleri gerçekleştiren çoğu çift olmak üzere yaklaşık 20 kas grubu bulunmaktadır. Yüz kasları duygusal bir ifadeyi yansıtma açısından esas olarak üç grupta değerlendirilir;
- Alın kasları,
- Göz kapakları ve çevresi kasları,
- Ağız bölgesi, dudaklar ve çene kasları,
Yüz ifadelerine en derin anlamı göz çevresinde bulunan kas grupları vermektedir.

BAŞ HAREKETLERİ

Başın durumları iletişim süresince iletişimin içeriğini etkin olarak belirler ve aktarır. İnsan kendisine yakın bulduğu kişi veya görüşlere doğru başıyla hafif yakınlaşır, uzak bulduğu kişi veya görüşlerden de başıyla hafifçe uzaklaşır. Başın bu anlatım jestlerinin bedenin merkezinin duruşu ile birlikte değerlendirilmesi daha doğru bir fikir verir. Şematik jestler arasında en çok kullanılan "evet" ve "hayır" jestleridir.
Bundan başka, başın şematik jestleri ile çok küçük hareketlerle karşımızdaki insanları cesaretlendirici, destekleyici veya reddedici mesajlar veririz. Bu kısa mesajlar insan ilişkilerinde büyük önem taşır.


BEDEN DURUŞU










Ayakta duruş şeklinde olduğu gibi, bir insanın biçimi sırasında bedeninin üst (belden yukarı) bölümünü kullanma biçimi, onun iç dünyası konusunda fikir verir. Dik bir oturuş, dik bir duruşta olduğu gibi, canlılık ve hayat enerjisi ifadesidir. Buna karşılık çökük bir oturuş çekingenliği ve ilişkinin azalmış hayat enerjisini gösterir.
Bedenin yandaki kişiye eğilmesi, tahmin edilebileceği gibi, o kişiye duyulan bir ilginin işaretidir. Yanındaki veya karşısındaki kişiden aksi yöne eğilmek ise, duygusal veya zihinsel olarak uzaklaşmayı ortaya koyar.

EL HAREKETLERİ

Gündelik karşılaşmalarda insanlar iki temel avuç konumunu kullanırlar. Birincisinde avuç yukarı dönüktür ve yiyecek veya para dilenen dilencinin tipik hareketidir. İkinci harekette ise avuç sanki bir şeyi tutuyor veya kısıtlıyormuşçasına aşağıya dönüktür.
İnsanlar tamamen açık, dürüst olmak istediklerinde her iki avuçlarını da karşılarındaki insana açık tutarak, "sana karşı tamamen dürüst olacağım" gibi şeyler söylerler. Birisi açılmaya veya gerçeği söylemeye başladığında avuçlarının tamamını veya bir kısmını karşısındakine açmaya başlar. Vücut dilinin çoğu öğeleri gibi bu da tamamen bilinçsiz olarak yapılan ve sizde karşıdakinin doğruyu söylediği hissini uyandıran bir harekettir.

AVUÇ GÜCÜ

Üç tane temel avuçla kumanda hareketi vardır. Avuç yukarıya bakıyor, avuç aşağıya bakıyor ve avuç kapalı parmak ilerde konumu. Avucun yukarı bakması sokaktaki dilencinin dilenme hareketini andıran şekilde edilgin ve tehdit etmeyen bir harekettir. Avuç aşağı doğru çevrildiğinde anında daha otoriter olursunuz.

Avuç Yukarı Doğru Avuç Aşağıya doğru




Hakimiyet Eşitlik
El sıkışmayla üç temel tavırdan biri iletilir. Hakimiyet: "Bu insan üzerimde egemenlik kurmaya çalışıyor, temkinli olmalıyım", edilgenlik: "Bu insanın üzerinde egemenlik kurabilirim. Ne istersem yapar" ve eşitliktir: "Bu insandan hoşlandım. İyi anlaşacağa benziyoruz".
Mesleklerinde ellerini kullanan cerrah, sanatçı ve müzisyen gibi insanlar sırf ellerini korumak amacıyla zayıf bir şekilde el sıkışabilirler. El sıkışmasından sonraki hareketler o kişiyi değerlendirmeniz için ilave ipuçları sağlayacaktır, edilgen kişi edilgen hareketler kullanırken, baskın kişi de daha saldırgan hareketler kullanacaktır.
İki eli kullanarak sıkışmanın anlamı karşıdakine duyulan içtenlik, güven veya hislerin derinliğini belirtmektir.
Elleri Ovuşturmak
Ellerini ovuşturmak, insanların olumlu beklentilerini ilettikleri sözel olmayan yollardan biridir. Kişinin ellerini ovuşturma hızı beklenen sonuçların kimin yararına olacağını düşündüğünü gösterir. Örneğin, bir emlakçıya gittiğinizi varsayalım. Nasıl bir ev istediğinizi dinledikten sonra emlakçı ellerini hızlı hızlı ovuşturarak "tam size göre bir yerim var!" der. Emlakçı, sonucun sizin için olumlu olmasını beklediğini göstermiştir. Eğer ellerini yavaş yavaş ovuştururken sizin için ideal evi bildiğini söyleseydi, kendinizi nasıl hissederdiniz? Büyük olasılıkla emlakçıyı üçkağıtçı veya çıkarcı birisi gibi görecek ve sonuçların sizden çok onun iyiliğine olacağı hissine kapılacaktınız.

Kenetlenmiş Eller














Bu hareketi kullanan kişiler genellikle gülümseyip mutlu göründüklerinden, başlangıçta bu hareket bir güven hareketi gibi görünür. Bazen bu hareket hayal kırıklığına uğramış veya saldırgan bir durumu göstermektedir. Hareketin üç ana konumu vardır; eller yüzün karşısında kenetlenmiş, otururken eller masanın üzerinde veya kucakta, ayaktayken eller apış arası hizasında.
Ellerin Çatı Şeklinde Birleştirilmesi
Bu hareketi kullananlar genellikle kendine güvenen üstün tipler, minimal veya
kısıtlı miktarda vücut hareketi kullanan kişiler olup, bununla kendilerine olan
güvenlerini belirtirler. Yöneticiler genellikle astlarına talimat veya tavsiyelerde
bulunurken bu hareketi kullanırlar ve hareket özellikle muhasebeciler, avukatlar,
yöneticiler ve benzeri mesleklere mensup kişilerde yaygındır. Hareketin iki biçimi
vardır: Birincisi; hareket yapanın fikir veya düşüncelerini belirttiği ve konuşmayı
yapan olduğu durumlarda kullanılan yüksek çatı hareketidir. İkincisi normalde
hareketi yapanın dinleyici olduğu durumlarda kullanılan alçak çatı hareketidir.
Başparmak gösterme
Başparmaklar egemenlik, üstünlük hatta saldırganlık gösterirler. Üstünlük göstergesi olan başparmaklar, özellikle kişi bununla çelişen bir sözel mesaj verdiğinde, daha fazla dikkat çekerler. Başparmak ayrıca başka birisini göstermek için kullanıldığında, alay veya saygısızlık işareti olarak da kullanılabilir.
Eli Yüze Götürme Hareketleri
Eli yüze götürme hareketleri insanların yaptıkları aldatma hareketlerine benzerler.
Yalan veya aldatma hareketlerini görür, söyler ve duyarsak genellikle gözlerimizi,
ağzımızı ve kulaklarımızı ellerimizle örtmeye çalışırız.
Birisi bir eli yüze götürme hareketi yaptığında bu her zaman onun yalan söylediği
anlamına gelmez. Ancak sizi aldatıyor olabileceğini gösterir ve şüphelerinizi kontrol
etmek için diğer hareket gruplarını gözlemeniz yeterli olabilir.

Çene Okşama Çene okşama hareketi dinleyicinin bir karar vermekte olduğunu gösterir.
Alıcıya satın alma konusundaki kararı sorulduğunda, çene okşama hareketine
başlarsa satıcı o anda müdahale ederek soru sorarsa aptallık etmiş olur.
İzlenebilecek en iyi strateji alıcının alacağı kararları gösterecek olan
hareketleri gözlemektir. Çene okşama hareketinin ardından alıcı kollarını ve bacaklarını kavuşturur ve sandalyesinde arkaya yaslanırsa, pazarlamacıya sözel
olmayan yollardan "hayır" demiştir.

Karar Verme Hareketlerinin Varyasyonları
Gözlüklü birisi çene okşamak yerine gözlüklerini çıkarır, çerçevenin saplarından birini ağzına götürür. Pipo içen birisi piposunu ağzına götürür. Birisinden karar vermesi istendikten sonra, kalem veya parmağı gibi bir şeyi ağzına götürecek olursa bu emin olmadığını ve ağzındaki nesne hemen karar vermeyi geciktirmesini sağladığı için daha fazla telkin edilmeyi istediğini gösterir.

OTURMA BİÇİMLERİ
İnsanın oturma biçimi, kişilik özelliklerini ve iç dünyasıyla ilgili olarak önemli bilgiler taşır. Oturma biçimini doğru olarak değerlendirebilmek için bu bilgileri dört açıdan incelemek gerekir. Sandalye veya koltuk üzerinde kapladığımız alan, beden duruşumuz (postür), bacaklarımızı kullanılış biçimi ve oturmak için seçtiğimiz yerdir.
Oturma Düzeni
Oturmak için seçilen yer ve oturan kişiler arasındaki mesafe sözsüz bilgilerle dolu olan çok değerli işaretler vardır. Hemen herkes bir restorana girdiği zaman sırtını duvara verebileceği bir masaya oturmak ister. Ortalarda bir masaya oturmak zorunda kalan bazı kişilerin restoranı terk ettiği çok görülür. Yapılan araştırmalar, restoran, bar, cafe gibi yerlerde sırtını hareket eden bir topluluğa dönerek oturanların solunumlarının sıklaştığını, kalp vurum sayılarının arttığını, kan basınçlarının yükseldiği ortaya koymuştur. Eğer kişinin arkasında sokak veya bahçeye açılan cam veya kapı varsa, kişinin duyduğu rahatsızlık ve gerginlik artmaktadır.
Karşı Karşıya Oturmak
Gözle İletişim
Karşı karşıya oturmak genellikle rekabeti ifade eder. İletişim insanlara karşı yapılan bir eylem değil, insanlarla birlikte yürütülen bir eylemdir. Karşılıklı oturmanın insanlarla uzlaşmayı zorlaştıran özelliğini her zaman akılda tutmak gerekir.

ANSAL MODEL

Meslek yaşamı boyunca, Freud her zaman klinik buluşlarını daha geniş bir kuramsal bağlam içersine yerleştirmeye çalıştı. Sürekli olarak kendini insan örgenliğinin içersinde—kabul edildiği gibi, beyinde—ruhsal fenomenleri üretmek için varolması gereken yapı ve işlevlerin doğaları konusunda sorgulamayı sürdürdü. Kısaca, anlığın kendisinin kuramsal bir modelini kurmaya çalıştı. Uzun meslek yaşamının sürecinde, bu amacı göz önünde tutarak birçok çalışma üreti.
1890’lardaki en erken girişimleri ruhbilimsel olduğu denli de nörofizyolojik doğadaydılar. Brücke’nin Kurumundaki düzenekçi eğitimiyle tutarlı olarak, Freud uyanıklıktaki düşünce süreçlerini olduğu gibi düşleri ve histerik belirtileri de açıklayabilecek nörolojik yapı ve düzenekleri betimleme girişiminde bulundu. Sonuç 1895’te Freud’un hiçbir zaman yayıma hazır duruma getirmediği, ama ölümünden sonra yayımcılarının Bilimsel Bir Ruhbilim İçin Tasar (Project for a Scientific Psychology) başlığı altında yayımladıkları uzun bir taslak elyazmasıydı.
Gerçi Tasar’ın yazılışı Freud için olağanüstü yararlı bir deneyim olmuş ve onu birçok yeni ve değerli düşünceye götürmüş olsa da, nörolojik çerçeve kuramcılığı üzerine birçok gereksiz sınırlama dayattı. Sinir dizgesi henüz onun hangi sinirsel düzeneklerin hangi ruhsal fenomenlerden sorumlu olduğunu yeterli ayrıntıda saptamasına olanak verecek bir düzeyde anlaşılmış değildi. Böylece Freud yeni bir strateji benimsedi, sinirbilimsel ayrıntılar tarafından oyalanmasına izin vermek yerine, kuramını bütünüyle ruhbilimsel terimlerde anlatmaya karar verdi. Kavramlarını eldeki tüm nörolojik bilgi ile tutarlı kılmaya çalıştı ve Tasar’ın anahtar düşüncelerinden çoğunu korudu, ama bu kez nörolojik-olmayan bir terminolojiye dökülmüş olarak. Gelecekteki nörolojik araştırmanın onun varsayımsal ruhsal süreçlerinin temellerinde yatan sağın düzenekleri ortaya sereceğine güveniyordu. Bununla birlikte, şimdilik sağın olarak ruhbilimsel zeminde kalmakla daha iyi ilerleyebileceğine karar verdi.
Freud’un anlık için en son ve en belirli ruhbilimsel modeli 1923’te Ego ve İd’de yayımlandı ve orada şimdi ünlü İd, Ego ve Süperego bölümlemesini getirdi. Klinik çalışmasıyla tutarlı olarak, insan anlığı bu anlayışa göre herşeyden önde çatışmanın çözülmesinden sorumlu bir örgendi.
Freud’un anlayışına göre, insan anlığı sürekli olarak üç ayrı türde istemin kuşatması altındadır ve bunlar genellikle birbirleriyle çatışır ve bir tür uzlaşma çözümü isterler. İlkin bedenin kendi içersinden doğan istemler vardı—beslenme, ısınma, bedensel ya da eşeysel doyum ve başkaları için dirimsel temelli gereksinimler. Freud bu dirimsel istemleri—ki bunlardan hiçbir zaman kaçınılamaz ya da kaçılamazdı—içgüdüler olarak adlandırdı. İkinci büyük istemler sınıfı bedenin içersinden değil, ama dışsal olgusallık dünyasından gelir. Çevre sürekli olarak insan örgenliği üzerine bir tür uyarlanma karşılığı gerektiren uyarılar getirir—kaçılacak tehlikeler, aranacak içgüdü-doyurucu nesneler vb. Açıktır ki, içgüdüsel istemler ve olgusallığın zorlamalarının birbirleri ile çatışmaya girdikleri, içgüdüsel doyumun olgusal dünyanın koşulları nedeniyle ertelenmesi, değiştirilmesi ya da bütünüyle terkedilmesinin gerektiği sayısız durumla karşılaşılır. İçgüdüsel dilekler ve olgusallık arasındaki çatışmalar hiç kuşkusuz düşler, histeri ve birincil ve ikincil süreçler üzerine erken kuramlarını geliştirdiği zaman Freud’un önemli uğraşları arasındaydılar.
Ego ve İd’i yazdığı sıralarda, Freud ahlaksal istemlerin [moral demands] anlığın yüklerinin bir üçüncü kategorisini oluşturduklarını anlamıştı, çünkü ahlaksal kaygıların hem içgüdüsel dileklerle hem de nesnel olgusallıkla çatışmaya girdiği sayısız durumu gözlemişti. Örneğin, bireyler sık sık içgüdüsel olarak doyum verici edimleri yerine getirmekten duyunç nedeniyle kaçınıyorlardı, üstelik nesnel çevrede açıkça engelleyici hiçbir güç bulunmadığı zamanlarda bile. Başka zamanlarda, ahlaksal istemler bir bireyi dışsal olgusallığın istemlerini gözardı etmeye ya da çiğnemeye götürüyordu, örneğin bir kimse bir başkasına yardım etmek için yaşamını tehlikeye attığı zaman olduğu gibi. Ahlaksal istemler böylece sık sık kişiyi olgusallığın istemlerinden ve içgüdülerden bütünüyle bağımsız yollarda güdüleyebilir ve sık sık da güdülerler. İnsan ruhunun herhangi bir tam modeli bunlara yer ayırmak zorundaydı.
Anlığın yeni modelinde, Freud insanın çatışmasına katılan bu üç yandan her birini açıklayacak birer ruhsal kendilik kavramı geliştirdi. İlk olarak, ruhsal aygıtın doğrudan doğruya içgüdülere karşılık veren ve O [Das Es=Id=It] olarak adlandırılabilecek bir parçası olduğunu ileri sürdü. İd bedenin örgensel gereksinimlerinin doğrudan sonucu olarak doğan dilek ve dürtülerin tümünü depolar. İkinci olarak, dışsal dünyadan duyumları ruha ileten bir algı dizgesi vardır. Anlık ve dışsal dünya arasındaki sınıra yerleşmiş bu algı dizgesi yoluyla, dışsal dünya tarafından örgenlik üzerine dayatılan istemler tanınmaya başlar.
Üçüncü olarak, Freud ruhun içersinde Üstben [Das Über-Ich, Ichideal] olarak adlandırdığı bir ahlaksal kendilik konutladı. Hem O hem de algısal aygıt ruha dışından gelen erkeler için giriş verirken, Üstben ise bütünüyle ruhsal dizgenin kendi içersinde kapsanır. Bu üç kendiliğin düzenlemeleri Şekil 6-1 tarafından sunulur.
Yine Şekil 6-1’de belirtildiği gibi, Ben ruhsal aygıtın tam ortasına yerleşmiştir. Bu özeksel yerleşim içgüdü, olgusallık ve duyuncun istemlerinin birleştikleri ve çatıştıkları konumu imler. Çatışmaları olanaklı olduğu ölçüde çözmeye ve uygun eylem yolları konusunda karar vermeye yönelik ansal işin Bende yerine getiriliyor olması gerekir. Kaçınılmaz olarak, Benin çelişkili istemleri uzlaştırmadaki ilk görevi bunlardan herhangi birinin aşırı ölçüde iveğen doyumunu engellemektir. Sonra, eylemin geçici bir ertelenişini başardıktan sonra, Ben tüm yanlar için hiç olmazsa belli bir düzeyde kabul edilebilir olacak bir tür uzlaşma eylemini üretmek zorundadır.
Çalışma yaşamının son evrelerine doğru, Freud Ben tarafından üretilen uzlaşma türlerini giderek daha ayrıntılı bir düzeyde çözümledi. Kişinin yaptığı herşeyin ruhu üzerinde çatışan birçok istem arasında bir tür uzlaşmanın sonucu olduğu görüşü onun için artık açıklık kazanmıştı. Kimi zaman uzlaşmalar çatışan istemlerden birini başkalarına karşı yeğliyor ve birey için uyarlanabilirliklerinde değişiklikler gösteriyorlardı. Ama tüm insan davranışı bir tür çatışmaya bir tür uzlaşma karşılığı olarak görünüyordu.
Bir uzlaşmalar sınıfı gençliğinde Freud’un dikkatini çekmiş olan düşler ve histerik belirtiler gibi birincil süreç fenomenleri idiler. Bunlar Ben göreli olarak zayıfken oluyorlardı ve dışsal olgusallığın zorlamalarının büyük ölçüde gözardı edilmesine götüren aşırı uzlaşma biçimleriydiler. Bununla birlikte, Onun dileksel baskıları burada bile tam olarak utkulu olamıyor, çünkü patojenik düşünceler ve gizli düşünceler Üstbenin baskısının bir sonucu olarak açık olmaktan çok örtük anlatım kazanıyorlardı. Arı biçimleri içindeki dilekler ahlaksal bir duruş noktasından kabul edilemiyorlar, ve bu yüzden anlatılmadan önce çarpıtılmaya uğruyorlardı. Böylece düşler ve belirtiler bir yandan olgusallığın yenik düşmesine izin veren göreli olarak zayıf bir Ben tarafından yaratılan uzlaşmalar, ve öte yandan Üstbenin istemlerine uymak için değişkiye uğratıldıktan sonra simgesel anlatım kazanan O dürtüleri idiler.
Savunma Düzenekleri. Freud tarafından saptanan bir başka önemli uzlaşmalar kümesi de herkesin normal uyanıklık davranışlarını doğrudan etkiler, ve savunma düzenekleri olarak adlandırılır. Savunma düzenekleri birçok değişik biçimde gelir ve değişik bireyler bunların değişik bileşimlerini kullanma eğilimini gösterirler. Bununla birlikte, açık bir olgu herkesin onları her zaman bulunan ve kaçınılmaz olan çatışmalarla başa çıkmak için sürekli olarak kullanmasıdır. Olağan savunma düzenekleri arasında yerdeğiştirme, yansıtma, anlıksallaştırma, yalanlama ve ussallaştırma bulunur.
Yerdeğiştirme savunma düzeneği için ilkörnek düşlerde ve histeride gözlenen yerdeğiştirmedir. Yerdeğiştirme bir savunma düzeneği olarak kullanıldığı zaman, olgusal yaşamda bir dürtü asıl hedefi belli bir yolda andıran, ama ‘‘daha güvenlikli’’ olarak onun yerini alan bir kişiye doğru işler. Örneğin, birçok erkek annelerini andıran kadınlarla, ve birçok kadın babalarını andıran erkeklerle evlenir. Bu durumlarda, Freud’a göre, eşler belli bir ölçüde bu andırım nedeniyle seçilirler. Böyle seçimler bireye karşı-eşeyden ebeveyne benzer olan, ama eşeysellik nesnesi rolünde aynı endişeyi yaratmayan bir sevgi nesnesi sağlayarak Ödipal dürtülerin yerdeğiştirmiş doyumuna izin verirler. Yerdeğiştirme ayrıca insanlar patronları ya da polisler gibi daha tehlikeli kişiler tarafından kızdırıldıktan sonra bu kızgınlığı aile üyeleri ya da ev hayvanları gibi ‘‘güvenlikli’’ hedefler üzerinde ‘‘boşalttıkları’’ zaman da olur. Bu durumda eşeysellikten çok saldırganlık yerdeğiştirmiş olur.
Yansıtma birinin kendi kabul edilemez dürtülerinin başka birine yüklenmesini sağlayan bir sıradan savunma düzeneğidir. Bireyler başkalarına karşı düşmanca duygular duyabilir, ama Üstbenin istemleri nedeniyle öfkeli olduklarını kabul etmeyi başaramayabilirler. Bu ikilemi bilinçsiz olarak kendi öfkelerini başka bir kişiye yansıtarak çözebilir, başka kişinin onlara düşman olduğu yolunda bilinçli algıya ulaşabilirler. Yansıtma savaş zamanlarında, sayısız kötü dürtünün yaygın olarak düşmana yansıtıldığı ama kendi yanında kararlı olarak yalanlandığı zaman özellikle sık görünür.
Anlıksallaştırmada bir dürtü-yüklü alana salt anlıksal bir yolda yaklaşılır. Böylece eşeysel dürtüler herhangi bir açık eşeysel etkinlik yerine getirilmeksizin eşeysellik nesnesine büyük bir anlıksal ilgide sonuçlanabilirler. Birçok ergin birey tomurcuklanmakta olan eşeysel duygularıyla bu yolda başa çıkmaya çalışır, sık sık süreçte yararlı bir bilgi kazanır.
Kimi savunma düzenekleri bir dürtünün açık doyumuna izin verir, ama sonra o doyumun anısını değiştirerek endişenin yaşanmasını önler. Bu tipte oldukça ilkel ve çocuklarda yaygın olan bir savunma düzeneği yalanlamadır. Yalanlamada kişi sanki birşey hiç olmamış gibi davranır. Kavga eden iki çocuk bir yetişkinin yaklaştığını sezer sezmez birden bütünüyle uyumlu ve canayakın bir yolda davranmaya başlayabilirler. Giderek yetişkinin uzaklaşmasından sonra bile çok kısa bir süre önce açıkça anlattıkları saldırgan dürtüleri başarılı olarak yalanlamayı sürdürebilirler. Yalanlamanın oldukça incelmiş bir başka türü de yetişkinler tarafından sık sık uygulanan ussallaştırmadır. Burada kişi bir güdü nedeniyle davranabilir, ama davranışını bir başka güdünün zemininde açıklayabilir. Savunma düzenekleri olarak başarılı olmaları için ussallaştırmalara onları ussallaştıranların kendileri tarafından inanılmalıdır.
Yüceltme savunma düzeneklerine benzer ruhsal bir uzlaşmadır ve bir içgüdü erkesi Üstben ve olgusallık istemleri tarafından toplumsal olarak değerli birşey üreteceği bir yolda yönlendirildiğinde olur. Örneğin, bir sanatçı kökensel olarak eşeysel ya da saldırgan içgüdüsel erkesini bir sanat yapıtının yaratılmasına yeniden-yöneltebilir. Yapıtın başlatıcı dürtülerle simgesel bir ilişkisi olabilir, tıpkı bir düşün açık içeriğinin gizli içeriği ile ilişkili olması gibi. Bununla birlikte, bir sanat yapıtı durumunda, Ben ve ikincil süreç son ürün üzerinde onun bir düşten çok daha cilalı ve etkili olacağı bir yolda ‘‘çalışırlar.’’ Yüceltme sanatsal yaratıcılığa sınırlanmaz, ama ruhçözümsel kuram tarafından aşağı yukarı tüm yaratıcı etkinliğin temelinde yattığı varsayılır.
Yüceltme ile yakından ilgili ve birinin yapabileceği en iyi uzlaşmaların arasında olan şey sevgidir. Sevgide bir birey bir başka kişinin iyiliği için gerçek bir kaygı duyar. Birçok bakımdan bu ideal bir uzlaşma sağlar, çünkü eşeysel ve duygusal gereksinimler sık sık bir sevgi ilişkisinin bağlamı içersinde doyurulabilirler, ama törel ve olgusallık-yönelimli kaygılar tarafından yumuşatılmış olarak. Burada içgüdü, olgusallık, ve Üstben tümü de doyum kazanırlar.
Yüceltmeden ve sevgiden doğan uzlaşmalar en iyileri arasında olsalar da, o denli de en güç olanlarıdırlar. Yüceltme güçtür çünkü başarılı olarak yerine getirilebilmesi için sık sık alışılmadık ölçüde yüksek bir beceri düzeyini gerektirir (örneğin sanatsal yetenek gibi) ve sağladığı içgüdüsel doyum oldukça yumuşak ve içgüdünün başlangıçtaki hedefinden çok uzaktır. Sevgi sorunlar yaratır, çünkü sevgilinin yitirilmesi durumunda kişiyi ağır düşkırıklığı ya da acı olasılığı ile yüz yüze bırakır. Çok az olay bundan daha yıkıcıdır, ve sevgide bir kez yitiren kişiler onu insan ikilemine yanıt olarak yeniden denemede isteksiz olabilirler.
Yaşamının sonuna doğru, Freud giderek artan bir düzeyde kuramının bu yanlarının felsefi imlemleriyle uğraşmaya başlamıştı. 1930’da yayımlanan Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları’nda yüceltme ve sevgiden doğan insan mutluluğunun uzun erimli beklentilerini çözümledi. Bireyin toplumdaki paradoksal durumundan kaynaklanan gizil olarak uzun erimli bir güçlüğü öngördü. Ancak uygar bir toplumda yüceltme ve sevginin ‘‘yüksek’’ doyumları olanaklıdır. Ancak toplumsal olarak üzerlerinde anlaşılmış değerler yüceltme ürünleri için gerekli biçimleri sağlayabilirler, ve öte yandan anlamlı sevgi ilişkileri için aile ve başka küme bağlarını yöneten toplumsal kurumlar gerekir. Ama toplum bu doyumlara olanak veren yapıyı sağlarken, ayrıca dürtülerin doyumu üzerine kısıtlamalar da dayatır. Freud Birinci Dünya Savaşı gibi yıkımlardan ve Almanya’da Nasyonel Sosyalizmin yaklaşan doğuşundan ‘‘uygar’’ toplumların sevgi içgüdüleri üzerindeki kısıtlamalarını arttırırken, onları ölüm ve yoketme içgüdüleri üzerinden kaldırdıkları olgusunun büyüyen kanıtlarını görüyordu. Böylece savaşta kıyım ve cinayet edimleri işlenebilir, ve yurtseverlik ve ahlak edimleri olarak övülebilirler. Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları’nın sonunda Freud bu eğilimin kısa bir sürede tersine döneceği ve toplumların sevgiye hizmette uzlaşmalar için daha çok fırsat yaratmaya başlayacakları umudunu anlattı. Bununla birlikte, aşırı iyimser değildi, ve bir soruyla bitirdi: ‘‘Ve şimdi iki ‘Göksel Güç’ten ötekinin, bengi Eros’un, eşit ölçüde ölümsüz karşıtıyla [Thanatos, ölüm ve saldırganlık içgüdüsü] savaşımında kendini ileri sürmek için bir çaba göstermesi gerekecektir. Ama hangi başarıyla ve hangi sonuçla olacağını kim bilebilir?’’9
Özet olarak, Freud’un iletisi insan varoluşunun sorunlarına herhangi bir eksiksiz yanıtın olmadığı yolundaydı. Kişi tam olarak yeterli ya da kalıcı hiçbir çözüm vermeyen çatışmaların sürekli kuşatması altındadır. Freud’un anlık modeli tarafından imlenen oldukça kötümser ama belki de gerçekçi vargı bir insanın en iyisinden yaşamın çatışan istemlerinden uzlaşmalar yaratmayı umabilecek olduğudur. Eğer birey güçlü ve yaratıcı bir Ben geliştirecek ve yüceltme ve sevgi için doğru fırsatlar sağlayan bir toplumda yaşayacak denli şanslı olmuşsa, uzlaşmalar pekala iyi uzlaşmalar olabilirler

ALTI DÜŞÜNCE ŞAPKASI

ALTI DÜŞÜNCE ŞAPKASI YÖNTEMİ NEDİR?
Belli bir konuyu görüşmek, bir problemi çözmek yada bir konuda karara varmanın gerektiği toplantılarda, toplantıya katılanlar genellikle daldan dala atlamakta, herkes konuya farklı açıdan yaklaşmaktadır. Bu da çok fazla zaman kaybına ve sonuçların ortaya çıkmasında güçlüklere neden olur.
Altı Düşünce Şapkası Yöntemi, düşünce ve önerilerin belirli bir düzen içinde sunulması ve sistematikleştirilmesi için kullanılan bir yöntemdir. “Şapkalar” düşüncelerin ayrıştırılması için kullanılan bir semboldür. Şapkaların rengi değiştikçe, rengin simgelediği düşüncelerin belirli bir düzen içinde sırasıyla aktarılması beklenir.

ALTI DÜŞÜNCE ŞAPKASI YÖNTEMİ NASIL UYGULANIR?
Katılımcılara üzerinde görüşme yapacakları konu verilir. Tüm katılımcıların konuya yaklaşırken aynı şapkayı giymeleri yani konuya aynı şekilde yaklaşmaları istenir. Şapkaların renkleri aşağıda verilen düşünme yaklaşımlarını simgelemektedir.

BEYAZ ŞAPKA:
Net bilgileri içerir (Tarafsız Şapka)
Görüşülen konu ile ilgili net bilgiler, sayılar, araştırmalar, kanıtlanmış veriler ortaya konur.
Hangi bilgilere sahibiz?
Hangi bilgiler eksik?
İhtiyacımız olan bilgiyi nasıl elde ederiz?

KIRMIZI ŞAPKA:
Duygular bu şapkada hesaba katılır. (Duygusal, Kişisel Şapka)
Görüşülen konu ile ilgili olarak, kişilere hiçbir dayanağı olmadan hislerini söyleme şansı verilir.
Bu olay, durum, öneri, sorun vb. hakkında neler hissediyorum?
SİYAH ŞAPKA:
Tehlikelerle alakalı olan şapkadır. (Kötümser şapka, tedbir şapkası)
Konunun riskleri, gelecekte doğurabileceği problemler, eleştiriler ortaya çıkarılır.
Bu önerinin bize zararları neler olabilir?

SARI ŞAPKA:
Avantajların ortaya konduğu şapkadır.(İyimser şapka,yararlar şapkası)
O işin avantajları ortaya konulur. Getirileri gözönüne alınır.
Bu olayın bize sağlayacağı çıkarlar(yararlar) neler olabilir?

YEŞİL ŞAPKA:
Yaratıcılıkla ilgili şapkadır. (Yenilikçi, üretken, alternatifler şapkası)
Konu ile ilgili alternatifler nelerdir?
Yaratıcılık ön planda tutulur ve toplantıya katılanların yaratıcı olmaları teşvik edilir.
Önemli olan fikrin saçma olup olmadığı değil; orijinal, yeni, üretken olmasıdır.
Bu konudaki değişik önerilerimiz neler olabilir?

MAVİ ŞAPKA:
Sonuçların ortaya konduğu şapkadır. (Serinkanlı durum analizi, kontrol Şapkası.)
Düşünce sistemleştirilir. Toplantının sonuçları ortaya çıkarılır ve özetlenir.
Ne oldu? (geçmiş)
Ne oluyor? (şimdi)
Sonra neler olmalı? (gelecek)

Katılımcılar şapkaların tümünü belirli bir düzen içerisinde takarak düşünce ve önerilerini sırayla aktarırlar ve böylece toplantı hedefe ulaşır.

Alışkanlık

İlk önce aşağıda ki iki soruyu yazılı olarak yanıtlayınız. Yanıtlarınız sizin için önemli olacak.

SORU 1: Yapabileceğiniz (şu anda yapmadığınız) ve düzenli bir biçimde yapsaydınız yaşamınızda son derece olumlu bir değişiklik oluşturabilecek tek şey ne olabilir?

SORU 2: İşinizde ya da meslek yaşamınızda benzer sonuçlar verebilecek tek şey ne olabilir?

Yanıtlara daha sonra geleceğiz. Önce 3.alışkanlığı perspektife oturtalım.

1.ALIŞKANLIK: “Yaratıcı sensin,yönetim sende” der. Bunun temelinde insanlara özgü doğuştan gelen dört özel yeti bulunur: Hayal gücü,vicdan,özgür irade,özbilinç. Size “değişebilirim” deme gücü sağlar.

2.ALIŞKANLIK: İlk ya da zihinsel yaratımdır. Temelinde gözlerimizle göremediğimiz şeyi beynimizde yaratabilme yetisi ve kendi benzersizliğimizi fark edebilme ve bunu büyük bir mutlulukla gerçekleştirebileceğimiz kişisel,ahlaksal ve dürüstlükler ilgili rehberlikleri ayırt edebilme yetisi bulunur.

O halde 3. Alışkanlık, 1. Ve 2. Alışkanlıkların gerçekleşmesi,harekete geçmesi ve doğal olarak ortaya çıkmasıdır. Özgür iradenin,merkeze ilkelerin yerleştirilmesi için kullanılmasıdır. Bunu gece gündüz her an yapmaktır. 1. Ve 2. Alışkanlıklar 3. Alışkanlık için zorunlu ve kaçınılmazdır. Kendi proaktif doğanızı fark edip geliştirmedikçe ilke-merkezli olamazsınız. Önce paradigmalarınızı fark etmedikçe, onları değiştirip ilkelere uyum sağlayacak duruma nasıl getireceğinizi öğrenmedikçe ilke-merkezli olamazsınız. Yalnızca sizin yapabileceğiniz benzersiz katkıyı hayalinizde canlandırıp onu odak noktasına yerleştirmedikçe ilke-merkezli olamazsınız.

Ancak bu temelden yola çıkarak, her an 3. Alışkanlığı yaşayarak, etkili özyönetimi öğrenerek ilke-merkezli olabilirsiniz.

Unutmayın; yönetmek,liderlikten tümüyle farklıdır.

Liderlik,sağ beynin son derece güçlü bir etkinliğidir. Daha çok bir sanattır;felsefeye dayanır. Kişisel liderlik sorunlarıyla uğraşırken yaşamla ilgili en esaslı soruları sormanız gerekir.
Lider Etkileyebilen ve yönlendirebilen kişidir. Özüyle ve zatı hususiyetiyle her zaman kendini hissettiren ve gönüllerde yaşamasını bilen bir şahsiyettir.

Yönetim,özüne hükmetmenin irdelenmesi,analizi,düzenlenmesi,özgül uygulaması,zamanla sınırlı sol beyin görüşüdür.
Yönetici İşletmenin gaye ve hedeflerini uygulamaya koyandır.

Benim kişisel etkinlikle ilgili özdeyişim şudur: “SOLDAN YÖNET,SAĞDAN LİDERLİK ET!”

ÖZGÜR İRADENİN GÜCÜ

Etkili özyönetimi tam anlamıyla olası kılar. Bu;karar verme,seçim yapma ve bunlara uygun olarak davranabilmektir. Edilgen olmaktansa etkin olabilmektir.
İnsan iradesi şaşırtıcı bir şeydir. İnanılmayacak engeller karşısında her zaman zafer kazanmıştır.

Gündelik yaşantımızda özgür irademizi ne dereceye kadar geliştirdiğimiz kişisel bütünlüğümüzle ölçülür. Bütünlük temelde kendimize biçtiğimiz değerdir. Kendimize verdiğimiz sözlere bağlı kalma, “ÖZÜ SÖZÜ BİR OLMA” yeteneğimizdir.

Etkili yönetim, ÖNEMLİ İŞLERE ÖNCELİK VERMEKTİR. Önemli işlerin neler olduğuna liderler karar verir. Ama bunları gerçekleşmesini sağlayan yöneticilerdir.

E.M. Gray yazmış olduğu “Başarının Ortak Paydası” kitabında, diğerlerinden üstün olan tek etkenin öncelikli işi öne almanın olduğunu söyler.

DÖRT KUŞAK BOYUNCA ZAMAN YÖNETİMİ

Zaman konusunda ki en iyi düşünme tarzını bir tek cümleyle “önceliklere göre örgütlenip uygulamaya geçin” şeklinde açıklayabilirim.

Alvin Toffler’in deyimiyle dalgalar sırayla birbirini izler ve her biri yaşamsal yeni bir boyut ekler.
Örneğin, tarımdaki devrimi,endüstri devrimi izledi. Bunu da iletişimdeki devrim izledi. Birbirini izleyen her dalga toplumsal ve bireysel ilerlemeye neden oldu.

Aynı şekilde,zaman yönetimi alanında her kuşak kendisinden öncekinin üzerine inşa eder.

İlk kuşak notlar ve kontrol listeleri olabilir. Bizden zaman ve enerji isteyen pek çok gerekliliğin saptanıp öncelikler listesine dahil edildiğini saptamak için yapılan bir çabadır bu.

İkinci kuşağın özelliği, takvimler ve randevu defterleri olabilir. Bu dalga ileriye bakma, gelecekteki olaylar ve etkinlikleri programlama çabasını yansıtır.
Üçüncü kuşak bugün geçerli olan zaman yönetimi alanını yansıtır. Dikkatini hedef seçme üzerinde yoğunlaştırmıştır. Zaman ve enerjimiz, değerlerle uyumlu olarak, uzun.orta ve kısa vadeli belirli hedeflere yöneltilir.

Dördüncü kuşak “zaman yönetimi” deyiminin aslında yanlış olduğunu anlamış bulunuyor. Önemli olan zamanı değil, kendimizi yönetmektir. Beklentiler bakımından odak noktası olarak şeyleri ve zamanı değil de ilişkileri koruyup geliştirmeyi ve sonuçlara erişmeyi, kısacası Ü/ÜY Dengesini korumayı seçmiştir.

Aktif Düşünme ve Kendini Yenileme

Takdim
1. BÖLÜM (OKUMAK, DİNLEMEK VE ANLAMAK)
Okumak Yaşamaktır
Dinleyebilmek
Arif Olmayan Niçin Anlamıyor?
Anlamak veya Anlamamak
Yeniden Okumak
2. BÖLÜM (BİLGİ VE BİLİM)
Bilginin Temeli ve Bilimin Mahiyeti
Sosyal Bilimlerin Mahiyeti
Modern Bilimin Düşündürdükleri
Bilimin Hangi Yönü Eleştirilmeli?
Bilgi Birikiminden İlim Ufkuna
3. BÖLÜM (DÜŞÜNCE VE MANTIK)
Nefs'ül Emir
Zihni ve Harici Hakikatler
Riyazi Düşünce
Mantık ve Risale-i Nur
4. BÖLÜM (İTİKAD VE HİKMET)
Dimağdaki İlim Mertebeleri
Herkes Dünyayı Kendi Aynasından Görür
Hikmete Yolculuk
Küçük Bir Felek Haritası
5. BÖLÜM (İMAJ ÇAĞI)
Batılı İmajlarla Başa Çıkmak
Postmodernizm
Terminatör, Modernizm ve Postmodernizm
6. BÖLÜM (ENFORMASYON VE İLETİŞİM)
Elektronik Ağlar
Enformasyon Stratejisi
Hipermetin
İnternet Alemi
İnternet: Global bir Beyin (mi?)
7. BÖLÜM (EĞİTİM VE MUCİTLİK)
Eğitimde Motivasyon Merak ve Vukufun Önemi
Kabiliyet ve Karakterlerin Sınıflandırılması
Üstün Yetenekli Çocukların Eğitimi
Etkili İnsanların Yedi Prensibi
Himmetini Ali Tutanlar
Aktif Düşünebilmek
Esnek Düşünebilmek
Sistemci Düşünebilmek
Paradigma Değişimi
Sıradışı Düşünme ve Mucitlik
Kabiliyetlerin Yeşerme Ortamı
Mucitlik Ciddiyet İster
Mucit Olmak İstemez misiniz?
8. BÖLÜM (DÜNYAYI TAKİP EDERKEN)
Yenilikçi Şirketlerin Yedi Sırrı
Yeni Bir Ürün İcat Etmenin Yolları
Öğrenen Kurumlar
Toplantı Teknikleri
Verimli Çalışma
Saat ve Pusula
Toplumun McDonaldizasyonu
Nisbi Düşünce
Moleküler Nanoteknoloji
Yeni Teknolojiler ve Suçlar
Geleceğe Ait Senaryolar
Araştırmacı ve Münekkitler Aranıyor
Bir Lügatçe

ZEKÂ ÖLÇÜMLERİ NE AMAÇLA VE NASIL YAPILMALI? ZEKÂYA İLİŞKİN SON GELİŞMELERDE YENİ OLAN NE?

Son haftalarda Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi'nde zekâ üzerine bir dizi çeviri yazı yayınlandı. Medyanın kullanılmasıyla popülerlik kazanan ve dünyadaki etkileri hâlâ devam eden bazı görüşler konusunda (şu kısacık yazıda da olsa) kamuoyunu aydınlatmak gerekli görülmektedir.
Tüm zekâ testleri bir zekâ kuramına dayanır. İlk zekâ kuramı, henüz zekâ testlerinin varolmadığı yıllarda ortaya atılan ve bu nedenle öğretmen ve öğrenci değerlendirmelerine dayanarak geliştirilen Spearman ın (1863-1945) İki Faktör Kuramı'dır. Spearman, kendi geliştirdiği faktör analizi tekniğiyle yaptığı analizler sonucu tüm zihni etkinliklerde ortak olan genel bir zihni enerji olduğunu saptamış ve buna da g faktörü demiştir. Bugün hâlâ sözü edilen genel zekâ (g) bu g faktörüdür.
Spearman'a göre, ayrıca grup faktörü şeklinde de ele alınabilen çok sayıda özel faktör (s) vardır; çeşitli zihni etkinlikler için gerekli olan g ve s faktörlerinin miktarları da farklıdır; zekâyı ölçmek, g'yi ölçmektir; her birey de g açısından birbirinden farklıdır. g bir kişinin kendi yaşantılarının bilincine varma, iki şey arasındaki benzerlik/farklılık ve ilişkileri bulma gibi etkinlikleri içerir.
Vernon un Hiyerarşik Zeka Kuramı na göre ise, zihin; en üstte Spearman'ın g'si, onun altında soyut-sayısal, mekanik bilgi, yer ilişkilerini kavrama gibi yetenekleri içeren akademik ve pratik yetenekler, en altta ise minör faktörler diye adlandırdığı çok sayıda özel (s) faktörlerden oluşan üç katlı hiyerarşik bir yapıdan oluşur.
Grup Faktör Kuramcısı Thurstone (1887-1955) ise, yaptığı çalışmalar sonucu, zekânın, her biri diğerinden farklı bir zihin gücünü gerektiren gruplardan (yetenek) oluştuğunu öne sürmüş ve sayısal, sözel, yersel, kelime akıcılığı, akıl yürütme, bellek, algı gibi 12 grup faktörü tanımlamış ve bunları ölçmek için Temel Yetenekler Testi geliştirmiştir. Çok faktör kuramcılarından Thorndike (1874-1949) ise, yaptığı çalışmalar sonucu Spearman'ın g faktörünü reddetmiş, zekânın birbirinden bağımsız çok sayıda faktörden oluştuğunu; zekâ değil, zekâlar olduğunu öne sürmüştür: Bir problemin çözümü için birçok faktör gereklidir; ancak, zihni faktörler gruplanabilir de.. Zekayı soyut , sosyal ve mekanik zekâ olmak üzere üçe ayırmıştır.
Diğer yandan, Thorndike'a göre, zekânın; düzey (yapılabilecek işlerin zorluk derecesi), genişlik (yapılacak işin içerik farlılığı) ve hız (çözüme ulaşma süresi) şeklinde üç yönü vardır; düzey ve genişlik, zekâ alanını oluşturur; zekâyı ölçmek, hız faktörünü göz önüne alarak zekâ alanını saptamaktır.
Guilford un Çok Faktör Kuramına göre (1959) ise, 5x4x6 = 120 birbirinden ayrı faktörden oluşan zekânın içerik, işlem ve ürün olmak üzere üç yönü vardır; bunlardan bir tekinin bile olmaması zekânın varlığından söz etmememiz için yeterlidir. İçerik şekil, sembol, anlam ve davranışı; işlemler biliş, bellek, alışılmamış ve alışılagelmiş düşünce ve değerlendirmeyi; ürünler ise, birimleri, sınıfları, ilişkileri, sistemleri, dönüşümleri ve doğurguları (implication) kapsar.

Son yıllardaki gelişmeler
Son yıllarda, zekâ konusunda yapılan çalışmalar ve ortaya atılan kuramlardan bazılarını özetlemek, gelişmelerin genel durumunu göstermek açısından yararlı olacaktır.
* Cattell-Horn Akıcı ve Kristalize Yetenekler Kuramında (Cattell, 1971; Horn, 1994), akıcı yetenekler (Gf) yeni bir durumla başaçıkma ve esnek düşünmeyi; kristalize yetenekler (Gc) ise, sözcük dağarcığı gibi deklaratif bilginin depolanmasını ve kullanılmasını içerirler (Sternberg, 1997b).
Bu kurama dayanan iki test bataryası, Kaufman Gençlik ve Yetişkinlik Zekâ Testi ve Woodcock-Johnson Bilişsel Yetenek Testleri -R dir. Kaufman Gençlik ve Yetişkinlik Zeka Testi, anlık ve orta süreli (intermediate-term) belleği de değerlendiren akıcı ve kristalize zekâya odaklaşmakta; Woodcock-Johnson Bilişsel Yetenek Testleri-R ise, yedi yetenek boyutunu değerlendiren çoklu faktör modeline dayanmaktadır (Daniel, 1997). Psikometrik yönelimli testler içinde Ayrımlaşmış Yetenek Testleri de yer almaktadır; bu ölçek, altı ayrı yetenek boyutu üzerinde temellenmiştir.
* Luria nın (1973, 1980) nöropsikolojik işleyiş modeline dayanarak geliştirilen testler ise Kaufman Çocuklar İçin Değerlendirme Bataryası (K-ABC) ile Das-Naglieri Bilişsel Değerlendirme Sistemi(CAS)'dir (Daniel, 1997; Sternberg, 1997b). Bu modele göre, her biri beynin bir alanıyla ilişkili üç fonksiyonel düzey vardır: Genel uyarılmışlık ile dikkat en alt düzeyde, onun üstünde bilgileme (information), planlama ve kurgulama gibi eşzamanlı ve ardışık olarak işleyen üst düzey işlevler (PASS) yer alır. K-ABC, iki kodlama sürecini (eşzamanlık ve ardışıklık); CAS ise, bunlara ek olarak dikkat ve planlama sürecini içermektedir. Bu araçların sağlamlığı ve yorumu için söz konusu süreçlerin psikolojik doğasını açıkça tanımlamaya ve yapı geçerliğini gösteren çalışmalara gereksinim vardır (Daniel, 1997).

7 zekâ
* Zekâyı bir dizi yetenek tanımlamasından çok, karşılıklı etkileşim içinde bulunan bir yetenekler sistemi olarak gören kuramsal yaklaşımlar içinde Gardner ın (1993) çoklu zekâlar (multiple intelligences) kuramı ile Sternberg in (1985 ve 1996) üç-aşamalı (triarchic) insan zekâsı kuramı sayılabilir.
Gardner , SAT (Akademik Zeka Testi) gibi testlerin zekânın tek boyutunu ölçtüğünden, kâğıt-kalem testlerinin ağırlıkta olduğundan ve eğitime yeniden şekil verme gerekliliğinden (öğrenci merkezli eğitim) hareket ederek, ilk çalışmasında birbirinden görece bağımsız 7 zekâ önermiştir: dil ile ilgili, mantıksal-matematiksel, uzamsal, müzik ile ilgili, bedensel devinim ile ilgili, kişiler arası ve içkişisel zekâlar. Son zamanlarda, bu zekâlara ruhsal (spiritual), varoluşsal ve doğacı zekâyı da ekleyen Gardner'a göre, bu zekâlar daha da çoğaltılabilir.

3 aşamalı zekâ
Sternberg in üç-aşamalı zekâ kuramı (1997a) geleneksel testler tarafından da ölçülen analitik zekâ, okul ve iş başarısını geleneksel testlerden daha iyi yordadığını savunduğu pratik (uygulamaya yönelik) zekâ ve yaratıcı zekâyı kapsar.
Üç-aşamalı olma esprisi, Sternberg ve arkadaşlarının geliştirdiği üç tür çoktan-seçmeli (sözel, sayısal ve figürel) ve üç açık-uçlu maddeden oluşan testten elde ettikleri puanlarla geleneksel testlerden elde edilen puanların korelasyonlarından kaynaklanmaktadır: Analitik bölüm geleneksel testlerin sonuçlarıyla çok yüksek, daha sonra yaratıcı ve en son pratik bölüm giderek azalan korelasyonlar göstermiştir. Sternberg'e göre, yaratıcı zekâ, analitik zekâdan farklıdır; ancak, yaratıcı zekâ, varlığı açıkça gösterilmekten çok, bir aday zekâdır.
Sternberg'in (1997a) bir başka yazısında zekâ, herhangi bir çevresel bağlamı seçme, biçimlendirme ve uyum için gerekli olan zihinsel yetenekler olarak tanımlanmaktadır. Ona göre, bir de öz zihinsel süreçler vardır ki, bunlar;

a ) problemin varlığının farkında olma,
b ) problemin doğasını tanıma,
c ) problemi çözmek için bir strateji oluşturma,
d ) probleme ilişkin bilgiyi zihinsel olarak temsil etme,
e ) problemi çözmek için gerekli zihinsel kaynakları harekete geçirme,
f ) probleme ilişkin çözümü kurgulama (monitoring) ve
g ) probleme ilişkin çözümü değerlendirmedir. Bu zihinsel süreçleri uygulamak alandan alana, güdülenmeye, durumdan duruma ve kültürden kültüre değişebilir.

Duygusal zekâ
* Son yılların en büyük sansasyonel atılımını ise duygusal zekâ görüşü (Salovey ve Mayer, 1990; Goleman, 1995) yapmıştır.
Salovey ve Mayer'in duygusal yetenekler sınıflaması; a ) kendi duygularını bilme-tanıma, b ) duygularını yönetme, c ) kendi-kendini güdüleme, d ) başkalarının duygularının farkında olma ve e ) ilişkileri kontrol etme şeklindedir.
Daha sonra Goleman (1995) bu yetenekler üzerine, olumlu düşünme ve kişiler arası ilişkilerde başarılı olma (Gardner'dan) yeteneklerini eklemiştir. Goleman'ın görüşü, en zeki olanımızın bile güçlü duygularına yenilebileceği, dolayısıyla yüksek IQ'ya sahip olmamızın pratik yaşamda başarılı olacağımız anlamına gelmeyeceği tezine dayanmaktadır.
Duygusal zekâ görüşüne görgül (empirical) kanıt bulunamamış, öne sürülenlerin daha çok kişilik faktörleri olduğu öne sürülmüştür (Davies, Stankov ve Roberts, 1998). Duyguların zekâ olması bir yana, zekâ ile zeki davranmayı etkileyen faktörlerin metodolojik olarak birbirine karıştırıldığına ilişkin eleştiriler de yapılmıştır (Erkuş, 1998).
* Zekâ konusundaki diğer öneriler arasında; sosyal zekâ (Cantor ve Kihlstrom, 1987), pratik zekâ (Wagner ve Sternberg, 1991), üç-tabakalı model (Carroll, 1993) sayılabilir.



Bütün bunlar arasında yeni olan ne?
Bütün bu yeni gelişmelere bakıldığında, ya eskinin yeniden cilalanıp tekrar öne sürüldüğü ya da kitaplığımızdaki bazı başka kitapların da bulunduğunun yeni farkında olunduğu şeklinde bir özetlemeye gidilebilir.

a ) Çoklu zekâlar görüşü yeni değildir: Yukarıda da kısaca açıklandığı gibi, çoklu zekâlar görüşü Thurstone, Thorndike ve Guilford (hatta geniş açıdan bakılırsa Spearman) tarafından ortaya atılmış eski bir görüştür.
b ) Aşamalı zekâlar görüşü yeni değildir: Vernon'un hiyerarşik modeli çok eskidir; yeni olan, major ve minör bazı yeteneklerin tanımlanmasıdır.
c) Sosyal zekâ görüşü yeni değildir: Üzerinde pek çalışamamış olmasına rağmen, sosyal zekâ, kişiler arası ilişkileri kontrol edebilme anlamında Thorndike tarafından öne sürülmüştür.
d) Duygular zekâ değil, duyuşsal (affective) özelliklerdir. Duyguları kontrol etme diğer yetenekler gibi zekâyı oluşturan yeteneklerden sadece biridir. Kişilik özelliklerinin, kişinin zekâsını kullanabilmesini etkilediğini ve bu nedenle bu özelliklerin de dikkate alınmasının gerektiği ise ilk Wechsler'e aittir.
Karikatürize edilerek örneklendirilecek olunursa, son koparılan fırtına, ülkemizdeki Muazzez Ersoy, Ajda Pekkan gibi sanatçıların, eski parçaları tekrar piyasaya sürmelerine benzetilebilir. Elbette ki, bu fırtınanın içinde küçük de olsa ilerlemeler yok değildir; ancak, özü ne yazık ki, bu şekilde özetlenebilir. Guilford'lar, Thurstone'lar zamanında, şimdiki gibi etkili iletişim araçları yoktu, hepsi o kadar!
Zekâ, doğuştan getirilen (biyolojik, nörofizyolojik evrim süreciyle) ve sonradan (çevre) edinilen yetenekler toplamıdır. Diğer başka özelliklerimiz gibi, zekâ konusunda da ortak gelişimsel özelliklerimiz olduğu gibi, bizi birbirimizden farklı kılan özelliklerimiz de mevcuttur.
Zekâyı ne kalıtımsal ne de çevresel etkenlerden sıyrılarak açıklayabiliriz. Söz konusu potansiyelimizi o kadar çeşitli şekillerde sergileyebiliriz ki, hemen hemen tümünü kapsayacak bir tanımlama, bu nedenle çok zordur; belki de olanaksızdır. Öte yandan, konuya hangi açıdan yaklaşıldığı da zekâ tanımlarımızı etkilemektedir. Yine bir analoji yapmak gerekirse, zekâyı, kütüphanemizdeki tüm kitaplara benzetebiliriz. Bu kitapları, renklerine, hacimlerine, içeriklerine vb.'ne göre farklı farklı sınıflayabilir; ayrı bir kütüphane tanımına ulaşabiliriz. Kısacası, zekâ tanımları konusu, dipsiz bir kuyuya benzetilebilir; oysa, malzememiz aynıdır; herşey bilişimizde (cognition) olup bitmektedir (biyolojik temeli ve sonradan edinilenlerle birlikte). Bu konuda, Sternberg'in (1997a), zekâ, zeki davranış ve test edilen zekâ ayırımı anlamlı görünmektedir.
Zekâ kütüphanemiz ise, zeki davranış, o kütüphanedeki kitapların hangilerinin kullanabildiğinin gözlenmesidir. Zekayı, ama çevreye uyum yapmada, ama problem çözmede, ama okul başarımızda... gözlenebilir şekle büründürürüz: Yani, işimize yarayan kitapları ya da içindekileri uygun zaman ve yerde gerektiğinde kullanırız; bu kütüphanedeki kitaplardan hangilerini daha iyi bildiğimiz ve yaşamımızda daha iyi kullandığımız konusunda bireysel farklılıklarımız vardır: Kimimiz sözel, kimimiz sayısal yeteneklere daha fazla sahibizdir.

Zekâ niçin ölçülüyor?
Zekâyı ölçme çabalarımızın temelinde, bireyin güçlülüklerini ve zayıflıklarını saptayıp ona göre eğitim ve tedavi sağlama, yeteneklerine uygun bir işe/okula yerleştirme, gelecekteki performansını yord§ama (prediction) gibi amaçlar yatar.
Ancak açıktır ki, özellikle bireyin o anki ve gelecekteki performansının tek yordayıcısı zekâ değildir; daha pek çok (hatta sınırsız sayıda) değişken vardır. Özellikle zekâ konusundaki eleştiriler, zekânın başarıyı yordamada yetersiz kaldığına odaklanmaktadır. Brody'nin de (1997) dikkat çektiği gibi, aslında burada ilişki iki yönlüdür; eşitliğe aile, sosyo-ekonomik kaynaklar ve genetik unsurlar gibi başka değişkenler de dahildir. Bunları göz ardı ederek, özellikle sayılara olan Amerikan düşkünlüğünün geleneksel test sonuçlarına çok fazla bel bağlamasını (testleri bir araç olmaktan çıkarıp amaç haline getiren) temel alarak, geçmişi yok saymak psikometriyi çıkmaz bir sokağa sürükleyecektir.
Özellikle duygusal zekâ görüşüne temel alınan bu red fikrinin, metodolojik bir hata yapılmasına (korelasyonel ilişkilerden neden-sonuç ilişkisi çıkarmak gibi) yol açtığı görülmektedir (Erkuş, 1998).
Kütüphanemizdeki kitapları bakış açımıza göre yaptığımız sınıflamalarla tanımlamaya çalışmak çok zor olduğuna ve bu kitapları nicelik ve nitelik açısından kullanma kapasitelerimiz birbirimizden farklı olduğuna göre, (geleneksel çalışmalara getirilen en haklı yan olan) tek puan ölçümleri (g'nin olup olmaması bir yana) pek kullanışlı olmayacaktır.

Farklılığı saptamak önemli
Önemli olan, bireyin durumunu doğru ve başkalarından farklılığını güvenilir bir şekilde saptamak ve bu duruma uygun hareket (tedavi-eğitim vermek, bir işe-okula yönlendirmek gibi) etmektir. Ölçümlerimizin geçerliği (validity) burada yatmaktadır.
Bu bireysel farklılıkları esnek ve olabildiğince geniş bir biçimde saptamak önemli avantajlar sağlayacak görünmektedir. Önerimiz, Dinamik-Etkileşimsel Bir Model dir.
Sternberg'e göre (1997a), ölçülen zekânın eğitim ve iş başarısı üzerindeki etkisi, kısmen bizim bazı yetenekleri değerlendirmeye almamızdan diğerlerini almamamızdan olabilir; iş ve okuldaki gerekliliklerle kişilerin yetenek örüntüleri eşleştiğinde performans çok daha yüksek olabilir. Bu bakımdan, tek-puan yerine, bireye özgü yeteneklerin bir profilini çıkarmak (ki, bu görüş de aslında yeni değildir), çok daha zengin bilgi verebilir. Doğrudan zekânın ne olduğuna odaklaşmak yerine, bireyin durumunu ve başarısını etkileyebilecek tüm özelliklerinin bir resmini elde edebilmek çok daha doyumlu sonuçlar verebilir. Özellikle, psikometride çok daha dakik ölçme anlayışlarının (Örtük Özellikler gibi) gelişmesiyle ve bilgisayar teknolojisindeki ilerlemelerle bu yetenekler ya da özellikler ranjı dinamik bir şekilde sürekli yenilenebilir ve geliştirilebilir görünmektedir. Dinamik-Etkileşimsel Model önerisi daha önce ayrıntılı bir şekilde ele alınmış (Erkuş, 1998) olup, geliştirilmeyi ve görgül olarak sınanmayı beklemektedir. Sınanması için de yeniden zekâyı tanımlamak ve ölçme araçları geliştirmek gerekmemektedir; varolan ve kullanılmakta olan çok sayıdaki ölçme aracının alt testlerinden eklektik bir biçimde oluşturulacak bir ölçme bataryası, başlangıç olarak yeterli görünmektedir. Böyle bir önerinin işlevselliği öne çıkardığı da açıktır.

(*) UZM. PSK.;
Mersin Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi

KAYNAKLAR
Brody, N. (1997). Intelligence, schooling, and society. American Psychologist, 52, 1046-1050.
Cantor, N. ve Kihlstrom, J. F. (1987). Social intelligence: The cognitive basis of personality. In P. Shaver (Ed. Review of personality and social psychology , 6, 15-34). CA: Beverly Hills
Carroll, J. B. (1993). Human cognitive abilities: A survey of factor-analitic studies. New York: Cambridge Unv. Press.
Daniel, M. H. (1997). Intelligence Testing: Status and trends. American Psychologist, 52(10) , 1038-1045.
Davies, M., Stankov, L. ve Roberts, R. D. (1998). Emotional Intelligence: In search of an elusive construct. Journal of Personality and Social Psycholog, 75(4), 989-1015.
Erkuş, A. (1998). Goleman'ın duygusal zekâ görüşünün psikometrik açıdan eleştirisi ve Dinamik Etkileşimsel Model önerisi. Türk Psikoloji Yazıları, 1(1) , 31-40.
Gardner, H. (1993). Multiple intelligences: The theory in practice . New York: Basic Books.
Goleman, D. (1995). Emotional intelligence. New York: Bantam Books.
Salovey, P. ve Mayer, J. D. (1990). Emotional intelligence. I magination, Cognition, and Personality, 9, 185-211.
Savaşır, I .ve Şahin, N. (1988). Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R). Ank: MEB Basımevi.
Sternberg, R. J. (1985). Beyond IQ: A triarchic theory of human intelligence . New York: Cambridge Unv. Press.
Sternberg, R. J. (1996). Successful intelligence: How practical and creative intelligence determine success in life. New York: Simon and Schuster.
Sternberg, R. J. (1997a). The concept of intelligence and its role in lifelong learning and success. American Psychologist, 52(10) , 1030-1037.
Sternberg, R. J. (1997b). Intelligence and lifelong learning. American Psychologist, 52(10), 1134-1139. Toker, F., Kuzgun, Y., Cebe, N. ve Uçkunkaya, B.(1968).Zekâ kuramları. Ank: MEB Talim ve Terbiye Dairesi, Araştırma ve Değerlendirme Bürosu.
Wagner, R. K. ve Sternberg, R. J. (1991). Tacit Knowledge Inventory for Managers. San Antonio, TX: Psychological Corporation.

ZEKA GERİLİĞİ NEDİR ?

Zeka değişik kitaplarda ve değişik kaynaklarda değişik şekillerde tarif edilmektedir. Pratik olarak yeni bir durumla karşılaşıldığında yeni uygun yanıtlar gösterebilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Zeka ile bilişsel fonksiyonlar arasında paralellik vardır. Zeka gelişimi bebeklik, çocukluk ,ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde önemli değişiklikler geçirerek devam eden önemli bir süreçtir. Çocuğun 5 yaşından sonraki zeka gelişim süreci erişkin dönemler için önemli bir gösterge iken 5 yaşından öncesi erişkin dönem için kriter sayılmaz. Zeka seviyesi için kullanılan terim IQ zeka bölümü olarak bilinen iki kelimenin (Intellicence Quontient) baş harfleridir. Ve zeka ölçümü için değişik testler kullanılmaktadır. Sonuçta çıkan değerler kişinin zeka seviyesini gösterir.
Zeka geriliği dendiğinde bilişsel yetilerin tümünü etkileyecek şekilde zeka gelişiminin geri ve yavaş olması ile karakterize bir tablodur. Bir kişiye zeka gerisi diyebilmek için IQ katsayısının 70 in altında olması ve günlük yaşamında işlevselliğinin bozulmuş olması gerekir. Hafif derecede zeka geriliklerinin toplumda görülme oranı %2-3 iken orta ve ağır derecedekilerin oranı % 0,3 tür. ( Binde 3 )
Zeka geriliği nedenleri arsında en sık olarak kromozomal anormallikler suçlanmaktadır(%40). Bunun yanında sebebi açıklanamayan zeka gerilikleri ve genetik nedenli zeka gerilikleri de vardır. Ayrıca doğum sırasındaki bazı travmalar ve doğumun uzun sürmesi gibi nedenlerde zeka geriliğinde neden olarak suçlanmaktadır. Zeka geriliğinin en önemli belirtisi kişini yaşına ve konumuna uygun işlevselliği gösterememesidir. Ayrıca kas kontrolü yani motor gelişimi dili(lisanı) kullanma yeteneği bozuk,anlama ve kavrama yaşıtlarından geridir. Ayrıca bazı zeka gerisi kişiler ciddi akıl hastalıkları gibi belirtilerle karşımıza çıkabilir.
Zeka geriliklerinin tanınmasının önemi gerekli eğitimle bu kişilerin topluma ve ailesine kazandırılmalarının mümkün olmasıdır. Bu nedenle ciddi düzelmeleri tedavi ile sağlamak çoğunlukla mümkün olmasa da bu işlevselliği sağlamak ailenin ve toplumun yükünü ciddi manada azaltacaktır.
Birde zeka geriliği ile karışan özel öğrenme bozuklukları ile ayrım yapıldığında tedavi daha kolay olmaktadır. Özel öğrenme güçlüğünde zeka normal veya normale yakın olduğu halde zihni fonksiyonların bazılarındaki yetersizlik dolayısıyla öğrenmede zorluk ortaya çıkar. Bu durumlar başlıklar olarak belirtip, bu konuyu bitireceğim
1-Gelişimsel matematik öğrenme bozukluğu
2-Gelişimsel yazma zorluğu
3-Gelişimsel okuma zorluğu
4-gelişimsel telafuz zorluğu

Bu durumlar zeka geriliği olmayıp tedavileri mümkündür.

AİLE İÇİ İLETİŞİMİ GELİŞTİRME YOLLARI VE ÇOCUK EĞİTİMİ

Çocuk eğitiminde kesinlikle ihmal edilmemesi gereken bir şey varsa o da “SEVGİDİR.” Aile içinde çocuğa yeterli sevgi ve ilgi ortamı sağlanmazsa, çocuk mutlaka bunu başka yerlerde arayacaktır. Okullarımızda problem olan çocuklarımızı incelediğimizde her birinin “sevgiden uzak” bir atmosferde yetiştiğini görürüz. Bunun için aile içinde eşlerin birbirine olan sevgisi mutlaka devam etmelidir. Sevgiyi aile ortamında göremeyen çocuk çevresine nasıl sevgi yansıtır ?
Bizim en büyük sorunumuz, bence sadece bizim de değil dünyanın en büyük sorunu; evliliğe yeni adım atıldığında eşlerin birbirine karşı hissettiği “coşkuyu, sevgiyi daha sonra yitirmeleri”. Neden ilk başta sevgilimizi görünce elimiz ayağımız dolaşırken, kalbimiz yerinde duramazken, onun yüzünü beş dakika görebilmek için her şeyi yapacakken, onun yanındaki zamanlarımız en mutlu ve huzurlu zamanlarken; bize ne oluyor da artık onu görmek, onunla baş başa kalmak, oturup onunla sohbet etmek bile istemiyor hale geliyoruz.
Hiç kimse bu mutlu adımı atarken “sana hayatı zehir etmek için ant içerim” demiyor ama neden evliliklerimiz bu hale geliyor?
Seminerlerimizde bunun üzerinde duruyoruz. Çünkü ilk baştaki sevgiyi ve coşkuyu yeniden yakalamadan sağlıklı çocuklar yetiştireceğimize inanmıyorum. Bunun için ilk olarak bütün ailelere “Eşler arası sevginin kaybolma sebepleri” konulu seminerimizi veriyoruz.Daha sonra “Çocuk eğitiminde anne babaya öneriler” konulu semineri veriyoruz.
Baktığınız zaman gençlerin toplum içinde bize yaşattıkları olumsuzlukları gördükçe herkesin bu gençlerin ana-babalarını suçladıklarını görürsünüz. Hepimiz şu sözleri hep duyarız : Anne-babaları bu çocuklara hiç mi terbiye vermemiş? Bunların ailesi hiç mi ilgilenmiyor bunlarla, böyle sorumsuzca çocuk yetiştirilir mi hiç? Hep aile suçludur. Eğer onlar çocuklarına yeterli ve mükemmel eğitim verselerdi çocuklar böyle mi olurdu? Ah şu aileler yok mu, “saldım çayıra, mevlam kayıra” usulüyle hiç çocuk mu yetiştirilir? Evet okulda yöneticiler ve eğitimciler onları suçlar, politikacılar onları suçlar, kanun uygulayıcıları onları suçlarlar. Hep anne-babalar suçlanır. Suçlamak kolaydır önemli olan çözüm getirmektir. Anne-babalar suçlanıyor ama onların karşılaştıkları problemlerde onlara kim yardımcı olacak. Onlar neyi yanlış yaptıklarını, nasıl yapmaları gerektiğini nereden öğrenecekler!
Maalesef anne-babalar suçlanır ama eğitilmez. Her yıl milyonlarca genç çift, en zor meslek sayılan anne-babalığı üstlenir. Tümüyle aciz ve çaresiz bir bebekten, katılımcı, üretici, iş birliğini ve insanlara yardımı seven, vatanı için çalışmaya azimli insanlar yetiştirme sorumluluğunu yüklenir. Bundan daha zor ve özveri isteyen bir meslek var mıdır? Kaç anne-baba bu meslek için eğitilmiştir? Şu an çalıştığımız işlerimizi yapabilme adına her birimiz bir eğitimden geçmişizdir. Dört, beş yıllık fakülteleri bitirmeden hiçbir işin sertifikasını bizlere veremiyorlar ama anne-baba olma sertifikası almadan çocuklar yetiştiriyoruz bunun sorumluluğunu kim taşıyacak, yalnızca anne-babalar mı?
Bu gün ergenlik çağına gelen binlerce genç kendilerine göre geçerli nedenler yüzünden anne-babalarını “işten atmışlardır”:
“Annem-babam benim yaşımdaki gençleri anlamıyor.”
“Her gece eve döndüğümde konferans dinlemekten bıktım.”
“Anne-babama hiçbir şey anlatmam. Anlatsam da anlamıyorlar.”
“Keşke annem-babam beni rahat bıraksa.”
“En kısa zamanda evden ayrılacağım. Her konuda sürekli başımın etini yemelerine dayanamıyorum.”
Bu çocukların anne-babaları, dile getirdikleri aşağıdaki sözcüklerle çocukları tarafından “işten kovulduklarının” farkına vardıklarını göstermişlerdir, artık onlar üzerinde tesir güçleri kalmamıştır.;
“On beş yaşındaki oğlumu artık hiç etkileyemiyorum.”
“Onunla uğraşmaktan artık vazgeçtim.”
“Nereye gittiğini, ne yaptığını anlatmıyor.Ona nerdeydin diyorum; beni ilgilendirmediğini söylüyor.”
“Bizimle konuşmuyor. Biz konuşmaya çalışınca; “rahat bırakın beni” diye çıkışıyor.
Neden bu kadar çok sayıda genç anne-babalarına “düşman” olarak görmeye başlıyor? Neden bugün evlerde kuşaklar arası ayrılık bu denli yaygın? Neden toplumumuzdaki anne-babalar ve çocuklar kelimenin tam anlamıyla birbiriyle savaşıyorlar? Ne yapmamız gerekiyor?
Seminerlerimizde “ilk çocuk sayesinde deneme-yanılma yoluyla anne-babalığı öğrendiğimizi, daha sonrakilerde aynı hatalı davranışları sergilemediğimizi” ifade ettiğimizde anne-babalar acı-acı gülümsüyor. Onların bu durumu bizi de derinden yaralıyor.
Seminer çalışmamızla toplumumuza sevgi dolu, mutlu, insanlarla barışık, sorumluluklarının bilincinde, ülkesi için çalışmaya azimli gençler yetiştirecek aileler oluşturma çabası içindeyiz. Eğer bunu başarabilirsek bahtiyar olacağız. Bu duygu ve düşüncelerle böyle bir gayret içine girdik inşallah Allah bizi mahcup etmez.


Canten KAYA
Özel Eğitim Uzmanı
EDİNKA

Aile içi iletişimi daha da güzelleştirmek için;

1- İletişim kurma ortamları geliştirin:
İletişim hemen her yerde kurulabilir. (Okula, İşyerine, arkadaş ortamına aktarıla bilir)
• Konuşa bileceğiniz yerlerde ailece yürüyüşlere çıkın.
• Eşinizi günde birkaç kez arayın.
• Çocuklarınızla birlikte futbol oynayın.
• Onlarla alış-verişe ya da yemeğe çıkın

2- İletişimi öldüren şeyleri denetleyin:
Telefon televizyon ve bilgisayar, aile içi iletişimi düşünecek olursak iş hayatınız iletişimin büyük bir bölümünü çalmaktadır. Bunlara ayırdığınız zamanı kısıtlarsanız iletişim kurma adına ne kadar çok zamanınız kaldığını görünce şaşırıp kalırsınız.

3- Konuşmalarda dürüstlüğü ve şeffaflığı teşvik edin:
Düşünce farklılıkları olması bir aile içinde sağlıklı ve normaldir. Bütün aile üyelerinin düşüncelerini ifade etmeye özendirin. Onlarla konuşurken haksız ere eleştirmemeye yada alay etmemeye de özen gösterin.
4- Olumlu bir iletişim kurma tarzı benimseyin: İletişim tarzınızı gözden geçirin.
Anlaşılır biçimde iletişim kuramaz, kendinizi ifade edemezseniz, insanlar sizin ne demek istediğinizi ya da kafanızdan ne geçtiğini bilemezler.
Siz kendi niyetlerinizi bile bilirsiniz; ancak insanların görebilecekleri tek şey sadece sizin davranışlarınızdır. Ve bu davranışları kendi anlayışlarına göre yorumlayacaklarını da kavramanız gerekir. Örneğin; Kendinizi otoriter, sözünü geçiren biri olarak görüyorsunuz. Başkaları ise sizi zorba, tahakküm etmeyi seven biri olarak algılıyor.

AİLE İÇİ İLETİŞİM SORUNLARI VE EŞLER ARASI SEVGİNİN KAYBOLMA SEBEBLERİ

SEÇİLİN HİKAYESİ
• RESİM

SEVGİDEN YOKSUN ÇOCUKLARIN

• BÜYÜMESİ,

• YÜRÜMESİ,

• KONUŞMASI gecikir.

• ZEKA DÜZEYİNDE GERİLEME olur.
Çocuğun kişilik ve başarı ortamı / Yusuf GÜNDÜZ


“BİR GÜL FİDANI NASIL SUYA, HAVAYA , IŞIĞA VE TOPRAĞA MUHTAÇ İSE; ÇOCUK TA SEVGİNİN ŞEVKATİN , KARŞILIKLI SAYGININ OLDUGU MUTLU BİR AİLE TOPRAĞINA MUHTAÇTIR.”


• SEVGİNİN TEDAVİ EDİCİ BİR ÖZELLİĞİ VARDIR. – HEM SEVGİ GÖSTEREN İÇİN HEM SEVİLEN İÇİN.
Dr. Karl MENNINGER


• AİLELERİN ÇOCUKLARIYLA YETERİNCE İLGİLENMEMELERİ, AİLE İÇİNDE YAŞANAN HUZURSUZLUKLAR ÇOCUĞUN ZEKASINI OLUMSUZ YÖNDE ETKİLEYEREK, GEÇİCİ BİR SÜRE DE OLSA ZEKAYA İŞLERLİĞİNİ KAYBETTİREBİLİR.
Doç. Dr. İhsan KASATURA




EŞLER ARASI SEVGİNİN KAYBOLMA SEBEBLERİ

1- ARADA OLANLAR VAR

BİR ÇOCUK İÇİN ZAMAN SEVGİ DEMEKTİR.
Genç bir adam ceza evini boylamak üzereymiş. Yargıç onu çocukluğundan beri tanıyormuş ve ünlü bir yazar olan babasıyla da tanışıyormuş. Sulh yargıcı,
-“Babanı hatırlıyor musun?” diye sormuş.
Bu soruya
-“Onu oldukça iyi hatırlıyorum” şeklinde cevap vermiş.
Suçlunun vicdanını yoklamaya çalışan yargıç şöyle demiş:
-“Mahkum edilmek üzereyken ve şu anda mükemmel bir insan olan babanı düşünürken, onun hakkında net olarak ne hatırladığını anlatır mısın?“
Bir sessizlik olmuş. Daha sonra yargıç beklenmeyen bir cevap almış;
-“Öğüt almak için yanına gittiğimde, yazdığı kitaptan başını kaldırarak bana baktığını ve “Çek git başımdan; çok meşgulüm !” dediğini hatırlıyorum. Ona arkadaşlık etmek için yaklaştığımda bana dönerek “Çek git başımda oğul; bu kitabı bitirmeliyim !” derdi. Sayın yargıcım siz onu büyük bir yazar olarak hatırlarsınız fakat ben onu kaybedilmiş bir arkadaş olarak hatırlıyorum”
Yargıç kendi kendine söylenmiş;
-“Yazık ! Kitabı bitirdi ama oğlunu kaybetti ! ”

Siz ister çocuğunuza çok zaman ayırmak arzusunda olun, ister olmayın, çocuk her şeyin farkındadır. Ne onu oyuncağa boğmak, ne bol öpücükle karşılamak, ne eğitim konusunda ona üstün olanaklar hazırlamak, ne de sosyal açıdan her türlü avantajı sağlamak onunla birlikte sevgi ile bütünleşerek geçirilen zamanın yerini doldurabilir. Çocuk onunla geçireceğiniz zamana bakarak, onu sevip sevmediğinizi bilecektir. Bu nedenle anne-babalar, çocuklarına olan sevgilerini onlara zamanlarını vermekle göstermelidirler.

20 DOLAR
Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki oğlunu kapının önünde beklerken bulmuş. Çocuk babasına: "Baba 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?" diye sormuş.. Zaten Yorgun gelen adam: "Bu senin isin değil!.." diye yanıtlamış. Bunun üzerine çocuk: "Babacığım, lütfen bilmek istiyorum." diye yanıt vermiş. Adam "İllaki bilmek istiyorsan 20 dolar." diye yanıt vermiş. Bunun üzerine çocuk: "Peki bana 10 dolar borç verir misin?" diye sormuş. Adam iyice sinirlenip: "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok, hadi derhal odana git ve kapını kapat!." demiş. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapısını kapatmış. Adam sinirli sinirli bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder diye düşünmüş. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşmiş ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünmüş. Belki de gerçekten lazımdı. Yukarı çocuğun odasına çıkmış ve kapıyı açmış.. Yatağında olan çocuğa: "Uyuyor musun?" diye sormuş. Çocuk "Hayır" diye yanıtlamış. "Al bakalım istediğin 10 doları. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim." demiş.. Çocuk sevinçle haykırmış; "teşekkürler babacığım." Yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkarmış. Adamın suratına bakmış ve yavaşça paraları saymış. Bunu gören adam iyice sinirlenerek: "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun? Benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok." demiş.. Çocuk: "Ama yeterince yoktu." demiş ve paraları babasına uzatarak: "İşte 20 dolar. 1 saatini alabilir miyim?" demiş..


2- VERİLEN MESAJLAR


3- ERKEK VE KADININ YAPISAL VE YETİŞME ORTAMI FARKLILIKLARI


4- YAPILAN EMEK VE ÇABALARI GÖRMEME


5- BAŞKASI NEDER ?


6- AİLE İÇİ İLETİŞİMDE TEBESSÜMÜN GÜCÜNÜ KULLANMAMA


7- EKONOMİK SEBEBLER


8- AİLEDE SORUMLULUKLARIN PAYLAŞIMI



9- T.V. FAKTÖRÜ


10- ÖZEL İLGİ

AİLE HAYATI VE ÇOCUK YETİŞTİRME TUTUMU ÖLÇEĞİ

Anahtar: Aile Hayatı ve Çocuk Yetiştirme Tutumu Ölçeği

Faktör I: Aşırı Koruyuculuk

1- Çocuk yorucu veya zor işlerden korunmalıdır.
3- Çocuk boşa geçen dakikaların bir daha hiç geri gelmeyeceğini ne kadar çabuk öğrenirse, kendisi için o kadar iyi olur.
4- Bir anne çocuğun düş kırıklığına uğraması için elinden geleni yapmalıdır.
7- Çocuğun hayatta öğrenmesi gereken o kadar çok şey vardır ki, zamanın boşa geçirmesi affedilmez.
11- Bir anne çocuğun mutluluğu için kendi mutluluğunu feda etmesini bilmelidir.
12- Daima koşuşturan, hareketli bir çocuk ileride herhalde mutlu bir kişi olacaktır.
14- Çocuğun en gizli düşüncelerini kesinlikle bilmek, bir annenin görevidir.
26- Bir annenin çocuğun hayatı hakkında her şeyi bilmesi hakkıdır. Çünkü, çocuğu onun bir parçasıdır.
27- Uyanık bir anne-baba çocuğun tüm düşüncelerini öğrenmeye çalışmalıdır.
28- Çocuklar, anne babalarının kendileri için neler feda ettiklerini düşünmelidirler.
32- Anneler çocukları için hemen hemen bütün eğlencelerini feda ederler.
34- İyi bir anne çocuğunu ufak tefek güçlüklerden korumalıdır.
36- Çocuk hiçbir zaman ailesinden sır saklamamalıdır.
46- Anneleri kendileri yüzünden zorluk çektiği için çocuklar, onlara karşı daha anlayışlı olmalıdırlar.
51- Anne-babalar çocuklarına hayatta ilerleyebilmeleri için (hep bir şeyler yapmaları ve) boşa zaman geçirmemeleri gerektiğini öğretmelidirler.
57- Anne-babalar çocuklarını kendi kendilerine oluşturdukları güveni sarsabilecek bütün işlerden sakınmalıdırlar.



Faktör II: Demokratik ve Eşitlik


2- Anne ve babalar, çocuklarını dertlerini anlatmaya teşvik ederler. Fakat bazen çocukların dertlerinin hiç açılmaması gerektiğini anlayamazlar.
13- Büyükler çocukların şakalarına güler, onlara eğlendirici öyküler anlatırsa, evdeki düzen daha akıcı olur.
18- Anne ve babalar her zaman çocuklarının kendilerine uymasını beklemeli, biraz da kendilerini çocuklarına uymalıdırlar.
22- Eğer çocuklar ailedeki kuralları uygun bulmuyorlarsa, bunu anne ve babalarına söyleyebilmelidirler.
29- Eğer çocukların dertlerini söylemelerine izin verilirse, büsbütün şikayetçi olurlar.
37- Çocuklardan sık sık ödün vermelerini, anne-babaya uymalarını istemek doğru değildir.
44- Çocukların sorunlarına eğilirseniz sizi oyalamak için türlü masallar uydururlar.
45- Eğer anne ve babalar çocukları ile şakalaşıp beraber eğlenirlerse, çocuklar onların öğütlerini dinlemeye daha çok yönelirler.
59- Çocukların toplantılarıyla, kız-erkek arkadaşlarıyla ve eğlenceleriyle ilgilenen anne-babalar onların iyi yetişmelerini sağlarlar.

Faktör III: Annenin Ev Kadınlığını Ret Etmesi

6- Çocuk yetiştirmek sinir bozucu, yıpratıcı bir iştir.
9- Çocuk yetiştirmenin kötü taraflarından biri de, anne ya da babanın istediğini yapabilmesi için yeter derecede özgür olmamasıdır.
16- Bütün genç anneler, bebek bakımında beceriksiz olacaklarından korkarlar.
17- Bütün gününü çocuklarla geçirmek zorunda kalan bir annenin, sonunda çocuklar sinirine dokunur.
21- Anneler çoğu zaman çocuklarına bir dakika daha dayanamayacakları duygusuna kapılırlar.
23- Genç bir kadın yapmak istediği pek çok şey olduğu için, anne olmak onu tutuklanmış duygusuna kaptırır.
31- Çoğu anneler bebeklerine bakarken onu inciteceklerinden korkarlar.
38- Ev bakımında ve idaresinde en kötü şeylerden biri de, kişinin kendi evinde tutuklanmış gibi hissetmesidir.
41- Hiçbir kadından yeni doğmuş bir bebeğe tek başına bakması beklenmemelidir.
42- Genç bir anne için ilk bebeğin bakımı sırasında yalnız kalmaktan daha kötü bir şey olamaz.
49- Akıllı bir kadın yeni bir bebeğin doğumundan önce ve sonra yalnız kalmamak için elinden geleni yapar.
52- Bütün zamanını çocuklarıyla geçirmek, bir kadına kanadı kopmuş kuş duygusunu verir.
55- Çocuklar bencil olduklarından hep birşeyler isterler. Bu durumlarda da annesinin tepesinin atması normaldir.



BÖLÜM IV: Karı – Koca Geçimsizliği


8- Babalar, biraz daha şefkatli olsalar, anneler çocuklarını daha iyi yönetebilirler.
19- Eğer anneler dileklerinin kabul edileceğini bilselerdi, babaların daha anlayışlı olmalarını dilerlerdi.
33- Babalar daha az bencil olsalar kendilerine düşen görevi yaparlardı.
40- Anne-baba arasındaki bazı sorunlar küçük bir tartışma ile çözümlenemez.
48- Eğer bir anne çocuklarını iyi yetiştiremiyorsa belki de bu, babanın kendine düşen görevi iyi yapmasından ileri geliyordur.
54- Kendi haklarına sahip olabilmesi için bazen bir kadının kocasını terslemesi gerekir.

AİLE HAYATI VE ÇOCUK YETİŞTİRME TUTUM ANKETİ
(KISALTILMIŞ FORMU)
1. Çocuk, yorucu veya zor işlerden korunmalıdır.
2. Anne ve babalar çocuklarını dertlerini anlatmaya teşvik ederler. Fakat bazen çocukların dertlerinin hiç açılmaması gerektiğini anlayamazlar.
3. Çocuk boşa geçen dakikaların bir daha hiç geri gelmeyeceğini ne kadar çabuk öğrenirse, kendisi için o kadar iyi olur.
4. Bir anne çocuğunun düş kırıklığına uğramaması için elinden geleni yapmalıdır.
5. Çocuk ne kadar erken yürümeyi öğrenirse, o kadar iyi terbiye edilebilir.
6. Çocuk yetiştirmek sinir bozucu, yıpratıcı bir iştir.
7. Çocuğun hayatta öğrenmesi gereken çok şey vardır. Zamanını boşa geçirmesi affedilemez.
8. Babalar, biraz daha şefkatli olsalar, anneler çocuklarını daha iyi yönetebilirler.
9. Çocuk yetiştirmenin kötü taraflarından biri de, anne ya da babanın istediğini yapabilmesi için yeterince özgür olmamasıdır.
10. Sıkı kurallarla yetiştirilen çocuklardan en iyi yetişkinler çıkar.
11. Bir anne çocuğunun mutluluğu için kendi mutluluğunu feda etmesini bilmelidir.
12. Daima koşuşturan, hareketli bir çocuk büyük bir olasılıkla mutlu bir insan olacaktır.
13. Büyükler çocukların şakalarına güler, onlara eğlendirici öyküler anlatırsa, evdeki düzen daha iyi, daha ahenkli olur.
14. Çocuğun en gizli düşüncelerini kesinlikle bilmek, bir annenin görevidir.
15. Anne-babalar çocuklarına, sorgusuz sualsiz kendilerine sadık kalmalarını öğretmelidirler.
16. Bütün genç anneler, bebek bakımında beceriksiz olduklarından korkarlar.
17. Hangi anne olursa olsun eğer bütün gününü çocuklarla geçirmek zorunda kalırsa sonunda çocuklar sinirine dokunur.
18. Anne ve babalar her zaman çocuklarının kendilerine uymasını beklememeli, biraz da kendileri çocuklarına uymalıdır.
19. Eğer anneler dileklerinin kabul edileceğini bilselerdi, babalarının daha anlayışlı olmalarını isterlerdi.
20. Bir çocuğa, ne olursa olsun, dövüşmekten açınması gerektiği öğretilmelidir.
21. Çocuklar bencil olduklarında, hep bir şeyler istediklerinde, annenin tepesinin atması çok normaldir.
22. Eğer çocuklar ailedeki kuralları uygun bulmuyorsa, bunu anne-babalarına söylemeleri hoş karşılanmalıdır.
23. Anneler çoğu zaman çocuklarına bir dakika daha dayanamayacakları duygusuna kapılırlar.
24. Çocuğu sıkı terbiye ederseniz sonra size teşekkür eder.
25. Küçük bir çocuk, cinsiyet konusundan sakınmalıdır.
26. Bir annenin, çocuğunun hayatı hakkında her şeyi bilmesi hakkıdır. Çocuğu onun önemli parçasıdır.
27. Uyanık bir anne-baba, çocuğun tüm düşüncelerini öğrenmeye çalışmalıdır.
28. Çocuklar, anne-babalarının kendileri için neler feda ettiklerini düşünmelidirler.
29. Eğer çocukların dertlerini söylemelerine izin verirlerse büsbütün şikayetçi olurlar.
30. Sıkı terbiye, sağlam ve iyi karakter geliştirir.
31. Genç bir kadın, henüz geçken yapmak istediğini pek çok şey olduğu için, anne oluca kendisini tutuklanmış duygusuna kaptırır.
32. Anneler, çocukları için hemen hemen bütün eğlencelerini feda ederler.
33. Babalar, daha az bencil olsalar, kendilerine düşen görevi yaparlardı.
34. İyi bir anne çocuğunu ufak tefek güçlüklerden korumalıdır.
35. Bir çocuğa anne ve babasını herkesten üstün görmesi öğretilmelidir.
36. Çocuk hiçbir zaman ailesinden sır saklamamalıdır.
37. Çocuklardan sık sık ödün vermelerini, anne-babaya uymalarını istemek doğru değildir.
38. Çoğu anneler bebeklerine bakarken onu inciteceklerinden korkarlar.
39. Bir çocuğa başı derde girdiğinde, döğüşmek yerine büyüklere başvurması öğretilmelidir.
40. Anne-baba arasındaki bazı konular küçük bir tartışma ile çözümlenemez.
41. Ev bakımında ve idaresinde en kötü şeylerden biri de, kişinin kendini evinde tutuklamış gibi hissetmesidir.
42. Hiçbir kadından yeni doğmuş bir bebeğe tek başına bakması beklenmemelidir.
43. Oğlan ve kız çocukları soyunurken birbirini görmemelidir.
44. Çocukların sorunlarına eğilirseniz sizi oyalamak için çeşitli masallar uydururlar.
45. Eğer anne-babalar çocukları ile şakalaşıp beraber eğlenirlerse, çocuklar onların öğütlerini dinlemeye daha istekli olurlar.
46. Annenleri kendileri yüzünden zorluk çektiği için çocuklar, onlara karşı daha anlayışlı olmalıdırlar.
47. Bir çocuk eninde sonunda anne-babasından daha akıllı olmayacağını öğrenirler.
48. Eğer bir anne çocuklarını iyi yetiştiremiyorsa belki de bu, babanın kendine düşen görevi iyi yapmamasından ileri geliyordur.
49. Genç bir anne için ilk bebeğin bakımı sırasında yalnız kalmaktan daha kötü bir şey olamaz.
50. Bir çocuğun diğer bir çocuğa vurması hiçbir şekilde hoşgörüyle karşılanamaz..
51. Anne-babalar çocuklarına hayatta ilerleyebilmeleri için hep bir şeyler yapmaları ve boşa zaman geçirmeleri gerektiğini öğretmelidirler.
52. Akıllı bir kadın, yeni bir bebeğin doğumundan önce ve sonra yalnız kalmamak için elinden geleni yapar.
53. Evde olup bitenleri sadece anne bildiği için ev hayatını onun planlaması gerekir.
54. Kendi haklarına sahip olabilmesi için, bazen bir kadının kocasını terslemesi gerekir.
55. Bütün zamanını çocuklarıyla geçirmek, bir kadına kanadı kopmuş kuş duygusu verir.
56. Eğer anne kollarını sıvar, bütün yükü sırtına alırsa tüm aile rahat eder.
57- Anne-babalar çocuklarını kendi kendilerine oluşturdukları güveni sarsabilecekleri bütün güç işlerden sakınmalıdırlar.
58- Çocuklar, aslında, sıkı disiplin içinde mutlu olurlar.
59- Çocuklarının arkadaşlıkları ve sosyal hayatlarıyla yakından ilgilenen anne-babalar onların iyi yetişmelerini sağlarlar.
60- Anne ve babaya sadakat her şeyden önce gelir.

33 ADIMDA HAYATINIZI RENKLENDİRİN

Birden her şey çok kötü gitmeye başlar ve artık hayatınızı güzelleştirmek için çözüm bulmakta zorlandığınızı hissedersiniz. Ama endişelenmeyin. İngiliz Observer gazetesinin uzmanlara hazırlattığı reçete, sevgilinizle ilişkinizden iş hayatınıza kadar pek çok konuda renkli ve uygulanabilir çözümler sunuyor...


İlişkiler
1. Düzenli ve tutkulu bir ilişki yürütmenin en iyi yolu dönem dönem hiçbir şey yapmamaktır. Kimse birbirine acı vermeden, biraz ilişkiden uzaklaşın.
2. Uzmanların "paradoksal problem çözümü" adını verdiği yöntemi uygulayın. Örneğin, cinsel sorunlarınızı gidip bir danışmanla görüşmek yerine önce yatağınızın yerini değiştirin.
3. Evli çiftler konusunda uzman John Gottman'a kulak verin. Araştırmasına katılan çiftlerden hangilerinin üç yıl içinde boşanacağını yüzde 94'lük doğruluk payıyla bilen Gottman'a göre, kadınlar kocalarının söylediği sözlere 15 dakikalık periyotlar içinde dört ya da beş kez sinirleniyorsa, bu çiftin en geç dört yıl içinde boşanacağı anlamına geliyor.
4. Yine Gottman'a göre, eğer sevgilinizle tartışarak geçirdiğiniz vakit, onunla sorunsuz, mutlu geçirdiğiniz vaktin sadece yedide biri kadar ise, ilişkiniz iyi gidiyor demektir. Eğer sorunlarınızın yüzde altmışı "çözülemez" türdense meraklanmayın, normalsiniz.

Kültür
5. Televizyonunuzu atın! Saçma gelebilir ama eğer ömrünüzün bir yılını televizyondan uzak geçirirseniz, kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz. Böylece sinemaya, tiyatroya gitmek için de bol vakit bulabilirsiniz.
6. Hayatta olup bitenleri takip etmek için dünyanın dört bir yanında çıkan gazeteleri, dergileri İnternetten okuyun.
7. En az beş tane caz albümü alın. İste size küçük öneriler: Miler Davis'in "Kine of Blum," John Coltrane'in "A Lome Suareme" ya da Duke Ellington'in bir albümü.
8. Bestseller'lardan nefret etseniz de, en kısa zamanda Tolkien ile tanışın. "Yüzüklerin Efendisi" filmi geldiğinde, en azından bu konuda söyleyecek sözünüz olur.

İş
9. Kariyer seçiminizi yaparken "kapasite"niz kadar sizin için "uygun" olup olmadığını göz önünde bulundurun. En önemli on kişisel özelliğinizin listesini yapın ve sizin için neyin önemli olduğuna karar verin.
10. Zeki bir çalışkan olun. Önemli olan nasıl "çok çalıştığınız" değil, nasıl "çalıştığınız"dır. Temel ipucu: Her ne kadar güç patronunuzda olsa da, ofisteki diğer çalışanları da etkilemeye çalısın.
11. Değişikliklerden korkmayın. İş yaşamındaki değişiklikler bir dönem her şeyin yerli yerine oturması için kendinize vakit tanımanız anlamına gelir.
12. "Esnek" olun. Günümüz iş dünyası çok yönlü hizmet verebilen, birçok konuda uzmanlaşmış elemana ihtiyaç duyuyor.

Oyun
13. Arada bir de olsa spontane davranın. Eğer bir ünlüye çok uzun zamandır hayransanız, hemen ona bir e-mail gönderin. Hoşlandığınız kişiyi ilk gördüğünüz anda ona duygularınızdan bahsedin. İçinizden
mırıldandığınız şarkıyı yüksek sesle söylemeye başlayın.
14. Güzel bir şey yapın. Zahmetli ama lezzetli bir yemek, sevdiğiniz biri için bir kartpostal, kişisel İnternet sitesi... Bunlar kendinizi iyi hissettirecektir.
15. Tutkularınızı paylaşabileceğiniz insanlar bulun. Beraber saatlerce bilgisayar oyunu oynayacağınız, spor yapacağınız, satranç oynayacağınız birileri hayatınızı renklendirecektir.

Sağlık
16. Gülün. Gülmek sadece stresinizi yenmenizi sağlamakla kalmaz, kalbinizi de korur. Amerikalı ilim adamları çok gülen insanların kalp hastalıklarına karşı daha dayanıklı olduğunu söylüyor.
17. Sigarayı bırakın. Herhangi bir sağlık sorunundan muzdaripseniz, öncelikle yapmanız gereken yine sigarayı bırakmaktır. Kararlı olun.
18. Yanınızda her zaman aspirin bulundurun. Sadece baş ağrısını geçirmez, zamanı gelince hayatınızı da kurtarır. İngiliz Kalp Vakfı’nın Araştırmasına göre, kalp krizi geçiren birine verilen aspirin ölüm riskini büyük ölçüde azaltıyor.
19 Korunun. Cinsel ilişki yoluyla bulaşan hastalıklar gün geçtikçe artıyor.

Mutluluk
20. Yeni yılda olumlu düşünme gücünüzü devreye sokun. Her gün, sizi neyin rahatsız ettiğini düşünün ve o konuda çözüm üretmeye çalısın.
21. Üstünüzdeki giysiye şöyle bir bakın: Çevrenize nasıl bir mesaj veriyorsunuz? Giysilerinizde ne kadar açık renkler tercih ederseniz başkalarının enerjisini de o kadar itersiniz. Bu yüzden doktorlar beyaz giyer. Koyu renkleri tercih ederseniz, daha fazla enerji çekersiniz üstünüze ve otoriter bir havanız olur; bu yüzden polis üniformaları koyu renktir. Toplum içindeki konumunuza uygun renkte elbiseler giyin; aralara ruhunuzu ortaya çıkaracak renkler katmaktan çekinmeyin.
22. Kalp egzersizi yapın: İnsanları sevin!
23. Bütün konsantrasyonunuzu beyninizin merkezine, yani gözlerinizin tam ortasına yoğunlaştırın: Ruhun gerçek yuvasına. Bu egzersiz yoga felsefesine göre ruhsal ölümsüzlük anlamına gelen, "üçüncü öz"ünümü açacak.

Beslenme
24. Kalori hesaplarını bir kenara bırakın. Eğer kilonuzun fazla olduğuna inanıyorsanız, aşırıya kaçtığınız noktalarda kendinizi tutmaya çalısın.
25. Bir meyve sıkma makinesi alın ve uzmanlara kulak vererek haftada üç kez "kullanın!"
26. Saat başı bir bardak su için. Bu sık sık tuvalete gitme ihtiyacına yol açacak olsa da, yarım litre su enerjinize yüzde 20 enerji katar.
27. Bu seneyi "iyi uyuma yılı" seçin: Gün ortasından sonra kafeinli içeceklerden uzak durun, alkol almayın, bedeniniz iflas etmeden yatağa girin.

Zayıflama
28. Spor yaparken bulunduğunuz ortamın aromalı olmasına özen gösterin. Şaka değil; New York'ta yapılan bir araştırmaya göre, spor yaptığınız ortam nane kokuyorsa enerjiniz artıyor ve daha az zorlanıyorsunuz.
29 "48 saat kuralı"nı aklınızdan çıkarmayın. Her gün spor yapmak çok da doğru değil bazı uzmanlara göre. Ama eğer her spor seansı arasında 48 saatten fazla vakit bırakırsanız da zorlanma ihtimaliniz var.
30. Egzersiz yapmak istiyorsanız, açık havayı tercih edin diyor uzmanlar. Amerikan Egzersiz Merkezi (ACE) bu yılın en büyük spor trendinin açık havada verilecek egzersiz dersleri olacağını açıkladı.

Para
31. Ailenizi "finans gurksu" olarak görmeyin. Son araştırmalar, insanların yüzde 40'ının parayla ilgili sorunu olduğunda ailelerine danıştığını ortaya çıkardı. Ama uzmanlar bu yaklaşımın yanlış olduğu görüsünde; tabii eğer 20 yıl öncesinin önerilerini dinleme arzusunda değilseniz.
32. Eğer para konusunda eşinizle ortak hareket ediyorsanız, görüşmelere mutlaka birlikte gidin. Çünkü kadınlar can alıcı sorular sorma konusunda erkeklerden daha yetenekli.
33. İyi para kazanmak istiyorsanız, kariyerinizi seçerken özen gösterin. Warwick Üniversitesi'nin yaptığı bir araştırmaya göre hukuk ve politika eğitimi görenler ziraat fakültelerinden mezun olanlardan
yüzde 50 daha az kazanıyor.

Hiçbir şey için "BENİMDİR" deme! Sadece deki: "YANIMDADIR!" Çünkü ne "ALTIN" ne "TOPRAK" ne "YAŞAM" ne "ÖLÜM" ne "SEVGİLİ" ne de "KEDER" daima SENİN KALMAZ!!!

0-6 YAŞ ÇOCUK GELİŞİMİ

Bebeklik Dönemindeki Gelişim(0-2 yaş)
A-) Bedensel Gelişim
Bebeklerin doğumdaki büyüklükleri ve doğumdan sonraki büyüme hızları onların genel gelişimleri hakkında bilgi verir. Ortalama olarak erkek bebekler kızlara göre tüm beden oranları bakımından biraz daha büyüktürler .Bebeğin beden oranlarında görülen değişmeler özellikle birinci yılın ikinci yarısında hızlanır. Doğumdan itibaren incelendiğinde başın en hızlı gelişen organ olduğu görülür.
Doğumdan bir yaşına kadar gövde en hızlı büyüyen alanı oluştururken bacaklardaki hızlı büyümenin bir yaşla ergenlik arasında gerçekleştiği görülür
Doğuma ortalama ağırlık 3402 gramdır. Doğumdan rastlanabilen en düşük ağırlık 2268 gram en yüksek ağırlık ise 6350 gramdır.Yeni doğanın doğumun ilk günü ya da bunu izleyen iki günde ağırlığının yüzde onu oranında kilo kaybetmesi beklenir. Bebeğin kiloyu onuncu gün dolaylarında yeniden kazandığı görülür. Ağırlık gelişiminin çocuktan çocuğa farklılaştığı dikkati çeker. ilk üç ay içerisinde bebeklerin ortalama olarak haftada 170 gram almaları beklenir.
İskelet Gelişimi
Yeni doğan 48-50 cm boyundadır. 1-3 yaş arasında boyda ortalama 20,5 cm lik ağırlıkta 4,7 kg lık bir artış gözlenir. Bundan sonra büyüme daha da yavaşalar.3-6 yaşları arasında çocuk yılda 7-8 cm’lik ağırlıkta 2,2 kg lık bir artış gözlenir.
Yeni doğanın iskelet yapısı önceleri yumuşak kıkırdaktan oluşmaktadır.Kemikleşme olgusu doğum öncesi evreden başlayıp gelişim boyunca süre gelir.Bebeklerin iskelet yapıları büyük çapta kemikleşmemiş olduğundan yumuşaktır ve kolayca bükülebilir.Bu nedenle basınca karşı daha dirençlidirler.
Kas Gelişimi
Yeni doğan kız olsun erkek olsun beden büyüklüğü ile orantılı olarak kas liflerine sahiptir. Erkek bebekleri kas doku oranı kız bebeklerinden daha fazladır.

TEMEL FİZYOLOJIK GEREKSİNMELER
Beslenme Gereksinimi
Yeni doğan bebekler ortama olarak günde 7 yada sekiz kez beslenirler. Dördüncü haftadan itibaren bu sayının beş altıya indiği görülür. Çocuğun bir defada çok sütle emzirilmesi gerekmez .Belki en doğrusu azar azar emzirmektir. Bir defada çok sütle emzirilmesi belki de onun midesinde gaz yapabilir. İki yıl süreyle çocuğun emzirilmesi de gereklidir.
Uyku Gereksinimi
Çocuğun temel fizyolojik gereksinmelerinin başında sayılan uyku çocuğun etkin katkısını gerektirir. Yeni doğan bebekler günde ortalama 16-18 saat uyuyarak zamanlarının %80’ini uykuda geçirirlerken bir yaş bebeklerinde bu süre %50 ye düşmektedir.
B-) Bilişsel gelişim
Dünyayı algılama ve anlamaya dönük zihinsel süreç ve etkinliklerdeki gelişmeye bilişsel gelişim denilmektedir. Piaget’e göre dönem kavramı yaşa bağlı olarak zihinsel gelişimin doğasında ve yapısında ortaya çıkan niteliksel değişikliklerdir.
Piaget’in Bilişsel Gelişim Açıklaması:
Piaget’e göre çocukların tamamen kendilerine has zihinsel işleyişleri ve bakış açıları vardır. Yaptığı gözlemler sırasında küçük çocukların çoğunun yürüdüklerinde güneşin yada ayın kendilerini izlediğine..... hareket eden her şeyin canlı olduğuna, düşlerindeki kahramanların gece uyurlarken pencereden içeri girdiklerine inandıklarını keşfetti. Binet zeka testlerinde aynı yaşlardaki çocukların sorulara aynı türden cevaplar verdiklerini gözlemlemesi Piaget’e bilişsel gelişimin yaş düzeyine bağlı olarak farklı özellikler taşıdığını düşündürmüştür.
Piaget Zekayı;
Özel bir biyolojik uyum biçimi
Tüm zihinsel yapının yöneldiği bir denge durumu
Canlı ve etkin Bir işlemler sistemi olarak kavramlaştırmıştır.
Piaget kuramsal ve deneysel çalışmalarında zekanın içeriğinden çok yapılarını ve işlevlerini incelemeyi yeğlemiştir. Bir taraftan kalıtsal faktörler sinir sistemi ve duyu organlarının biyolojik yapısı diğer taraftan bireyin karşı karşıya kaldığı çevreden gelen uyarıcılar zeka gelişimini etkiler. Piaget yaşamın yaklaşık ilk iki yılını duyusal- motor dönem olarak adlandırmıştır. Bu dönemde sembolik düşünce gelişmediği için bebeğin zihinsel etkinlikleri duyusal uyarıcılar refleksler ve basit hareketlerle sınırlanmıştır.Örnek:Gözle tarama ısırma tutma emme gibi.
Duyusal- motor öğrenmedeki düzenli gelişim sırası ilk olarak duyuların kullanılması le başlar. Bunun ardından altıncı aydan itibaren motor yetenekler daha sonra yani ikinci yılda ise bu birincil yeteneklerin koordinasyonu başlar. Bebek bu dönemin sonunda duyusal-motor yolla karmaşık olamayan zihinsel faaliyette bulunabilir.
Yeni doğanın en önemli aşamasını ilk 7-8 gün oluşturur.Bebek görebilir işitebilir, koklayabilir,tat alabilir, acıya duyarlıdır. Dokunma ve yerinin değiştirilmesi durumlarına karşı hassastır. Yeni doğanın davranışları dikkate değer bir düzeyde gelişmiştir, çeşitli refleksleri vardır. Bunlardan en önemlileri yaşamın devamı için gerekli olan emme ve yakalama refleksleridir.
Duyusal-motor dönemde zamanla ilk hareketlerle onu izleyen sonucun tek bir eylem haline dönüştüğü görülür. Çocuk bazı hareketleri kendi arzusuyla durdurmayıp yineleme girişiminde bulunur.Piaget bu döneme “döner tepki” adını verir. Döner tepkinin temelinde hareketi sürdürme amacı yatmaktadır.
Piaget dönemin ilk yılında dairesel hareketlerin zihinsel gelişim üzerindeki önemini vurgulamıştır. Birinci yılın sonlarına doğru bebeklerde taklit davranışı ortaya çıkmaktadır. Bebek duyusal-motor dönemin başlarında uyarıcıyı görüş alanının dışına çıkana kadar izleyip sonra bırakmaktadır. Zihinsel yapılar oluştukça bir nesne görüş alanının dışına çıksa da bebekler nesneyi zihinsel olarak temsil edememektedir. Nesne devamlılığı kavramının ilk belirtileri 8-12 aylar arasında ortaya çıkmakta 18 ay içerisinde gelişmektedir.
Duyusal -motor döneminin son aşamasında çocuk keşfetmenin yanında icat etmeye zihinsel kombinasyonlar yoluyla yeni araçlar üretmeye başlar.arık duyu hareket yöntemi yerine zihinsel kombinasyonları kullanmaya böylelikle problemlere ivedi çözümler aramaya koyulur. Dış dünyaya imaj anı ve semboller yoluyla zihinsel bir biçimde kendini sunmaya başlar.
Bu dönemde Piaget’e göre dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar vardır:
1-Yaş normları kesin değildir, çocuktan çocuğa değişebilir. Çünkü çocuğun içinde çevre, fiziksel gelişme hızı farklılıklar yaratır.
2- Bireysel farklılıklara rağmen evrelerin sırası değişmez .
3- Gelişim tedricidir.Bir evrenin bitimine yakın diğer evre başlamış olabilir.Evreler bitişiklik gösterirler kesin bir çizgi ile ayrılmazlar. Ayrıca bir sonraki evrenin belirtileri başladığında bir önceki evrede gelişmiş olan özellikler kaybolmaz.
C-) Duygusal Gelişim
Yeni doğmuş bebekteki heyecan ve davranışı farklılaşmamıştır. Genel heyecanlanma haz veren ve vermeyen uyarımlara yapılan basit tepkiler şeklinde gruplandırılabilir. Haz vermeyen uyarımlara karşı bebeğin tepkisi beden pozisyonunu değiştirmek yada ansızın bağırarak ağlamak biçiminde olabilir.
Gülme ve Gülümseme
Bebeklerin bir yaşına basmalarından önceki ifadeleri yetişkinler tarafından tanınabilir ve duygusal tepkileri giderek zenginleşir. Doğumdan sonraki haftalarda çocuğun duygusal yaşamında belirgin farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu dönemde bebek açık bir ilgi ile çevresini gözlemlemeye ve keşfetmeye başlar. Çocuğun yüzleri seçerek dikkat etmesi bazılarına ilgi göstermemesi ondaki duygusal ifadenin ilk belirtileri sayılabilir. Çocuklar büyüdükçe tepkilerin giderek daha az yaygın ama daha çok farklılaşmış türden olmaya başladığı görülür.
Freud ve Erikson’a göre Duygusal Gelişim
Freud doğumdan yedi yaşına kadar olan dönemde duygusal açıdan üç temel gelişim evresi olduğunu söyler . Bunlardan oral evre 0-18 aylar arası, anal evre 1,5-3 yaşlar arası, fallik evre 3-7 yaşları arasında görülür.
Oral dönemde başlıca haz kaynağı ağızdan besin almaktır.Besin alırken önce dudaklar ve ağız boşluğu uyarılır sonra yutulur eğer besin maddesinden hoşlanılmazsa dışarıya tükürülür. Oral dönem bebeğin annesine en bağımlı olduğu ve onun bakımına en çok gereksinim duyduğu dönemdir.
Anal dönem de besin maddesi sindirildikten sonra artıkları barsağın son bölgesinde birikir ve anüs kasları üzerinde belirli güçte bir basınç yaptığında dışarıya atılır. Dışkının boşalması rahatsızlığa son verir ve bir refahlama duygusu yaratır.
Fallik dönem cinsel organların işlevlerine ilişkin cinsel ve saldırgan içerikli duygular önem kazanır. Oedipus karmaşası farklı cinsten olan ebeveyne karşı cinsel duyguların aynı cinsten olana karşı ise düşmanca duyguların oluşması ile belirlenir. 3-5 yaş arasındaki çocuğun davranışları oedipus karmaşasının etkisi altındadır. Beşinci yaşatan sonra bu etki ortadan kalkar yada bastırılarak yaşam boyu kişiliği etkileyen bir güç olarak kalır.
Erikson’a göre insan yavrusunun yetişkin oluncaya dek gelişmenin psikososyal görevlerini çözümlemesi gerekir.Gelişim bireyin tüm yaşamına yayılır.
D-) Sosyal Gelişim
Sosyalleşme bebeğin üç ay dolaylarında insanla objeler arasındaki farkı görerek değişik tepkiler göstermesiyle başlar. Üçüncü ayın başından itibaren sosyal davranış egemen olur.Bebek artık başkalarıyla birlikte iken mutlu yalnız başına kaldığı zaman mutsuz ve huzursuz olmaya başlar. Diğer bebekleri fark etme onlara gülme ve ağladıklarında onlara ilgi gösterme 4-5 aylıkken başlar.
Bakma ve dokunma şeklinde başlayan arkadaşlık ilişkileri altıncı aydan itibaren giderek daha saldırgan bir biçim almaya başlar.9. ve 13. aylar arasındaki sosyal davranış belirtileri içinde,diğerlerinin ses ve davranışlarını taklit etme ve oyuncaklarla birlikte oynama sayılabilir. 8-9 aylık olduğunda çocuk başkalarında gözlediği konuşma seslerini, basit davranışları ve jestleri taklit etmeye çabalar.10 ve 12. aylar arasında,aynadaki kendi görüntüsüyle oynar ve görüntüsünü sanki başka bir insanmış gibi öper.
1 yaşına kadar çocuk diğer insanlara, özellikle annesine bağımlıdır.1 yaşına geldiğinde,çevresini yalnız başına keşfedebildiği halde,çocuk bu dönemde güven temeline dayalı anne desteğine gereksinim duyar.
Yaşamın ikinci yılındaki hızlı gelişim,çocuğu birçok açıdan bağımsız hale getirir.motor yeteneklerle, dil becerisinin kazanılmasının,çocuğun bu bağımsızlığında etkisi büyüktür.bu evrede çocuk, her gün biraz daha bağımsızlığından haberdar olmaya başlar.
İkinci yılın son yarısından itibaren nesneler,sosyal ilişkinin bir aracı olarak görülür.bütün bu ilişkiler sonucunda bir takım sosyal tepkiler gelişmeye başlar;taklit,utanma,fiziksel ve sosyal bağımlılık otoritenin kabulü, rekabet, ilgi çekme arzusu,sosyal işbirliği gibi
İki Yaş çocuğu yetişkinlerle birlikte basit faaliyetlerde bulunabilir. Böylece edilgen bir eleman olmaktan kurtulup aile faaliyetlerine katılan ve sosyal ilişki kurabilen etkin bir üyeye dönüşür.

BÖLÜM
İlk Çocuklukta Gelişim(2-6 yaş)
A-Bedensel Gelişim
İlk iki yılda hızlı bir artış gösteren boy uzaması giderek daha yavaş fakat sürekli bir artış gösterir. İlk yılda 20-25 cm olan boy artışı ikinci ve üçüncü yılda on santimetre 4 ve 5 yılda 5-6 cm ye düşer; altıncı ve yedinci yıllarda on cm lik bir artışla hızlanmış gibi görünmesine karşın ergenliğe kadar ani bir artış kaydedilmez.
Doğuşta ortalama 3,5 kg olan ağırlık iki yılda ortalama üç katına ulaşır. İkinci yıl 3-3,5 kg’lık bir artma göstererek çocuğun ağırlığı 12 kg dolaylarına varır bu artış oranı iki yaşından sonra git gide yavaşlayarak üç yaşında 2-3 kg ; 4-5 yaşlarında 1,5-2 kg dır.Kilo da artış, boy uzamasına benzer bir artış gösterir.
İlk diş genellikle çocuk 6 yada 7 aylıkken çıkar ve on iki tane olan süt dişleri 4 yaşlarına doğru tamamlanır. Normal olarak ta 6 yaşına doğru dişlerin değişmesi başlar ve ergenliğe kadar dişlerin sayısı oldukça düzenli olarak bir yıldan öbürüne artar.
B-Bilişsel Gelişim
Bu evrede çocuk dile ve sembolik düşünme yeteneğine sahiptir. Artık o eylemdeki başarısının yanında imaj ve sembollere de yer verir.3 ve 4 yaş civarında çocuklar büyük ölçüde dış dünyayı zihni semboller halinde tasarımlayabilecek güçtedirler, yetişkin ve yaşıtları ile serbestçe etkileşimde bulunabilirler anca bu etkileşim ben merkezlidir. Mantıksal düşünme işlemi bu dönemde gelişmemiştir. Bu dönemde çocuklar, nesnelerin görünüşünün etkisi altındadırlar. Henüz korunum için gerekli zihinsel kavrama sürecinden yoksundurlar. Korunum ilkesini kazanmış bir birey, herhangi bir nesnenin şeklinin değişmesinin etkisi altında kalmaksızın onun aynı kaldığını anlayabilir.
İşlem öncesi evrede çocuk, nesneleri başka şeylerin simgesi gibi kullanmaya başlar. Örneğin bir değneğe binip at diye dolaşabilir.Bu aşama somut işlemler için bir hazırlık evresi olup duyusal-motor yapılardan operasyonel düşünceye geçiş dönemini oluşturur. Bu evrede çocuk gözle görülebilecek bir yerde bulunmayan bir nesneyi veya insanı temsil eden bir kelime veya sembol geliştirir. Zihinsel semboller geliştirir.
İşlem öncesi dönemin başlarında bir şeyin yerine bir başkasını sunma yeteneği gelişir.Bu dönemde özellikle dilin gelişimi ile birlikte düşüncede yaygınlık ve hız görülür. Bu yetenek çocuğun dili kullanmasını yorum yapabilmesini, resim çizebilmesini oyunlarında sembolik ve inşa oyunlarına doğru yaygınlaşabilmeyi daha sonra okuyabilmesini ve yazabilmesini olanaklı kılar.
Bu evrede çocukların büyük bir bölümü ayrı orantıları dikkate almadan genel olarak algılar ve ilişkisiz obje ve kavramları bütünleştirirler. Çocuk her şey arasında her türlü ilişki kurabilir.Yine bu dönemde çocuk parçayla bütünü aynı zamanda düşünememektedir. Bu dönemde çocuklar hala zihinsel kıyaslama yapamazlar. Zihinsel düzeyde temsil edebilme, kavram kullanabilme mümkün olmamakta, onun yerini ani algılamalar almaktadır.
Bu dönemde çocukların düşüncesi hala ben merkezcidir; öznel olanla nesnel olanı ayıramazlar. Bunun sonucu olarak da doğal olayların insanlar tarafından kontrol edildiklerine inanırlar.
C- Duygusal Gelişim
Korku
Korkuyu oluşturan bütün uyarımlardaki orta özellik ani ve birden bire oluş, bunu sonunda da çocuğun yeni duruma uyum gösterememesidir. Çocuğun içinde bulunduğu koşullar heyecanı etkileyen diğer faktörleri oluştururlar.Üç yaşından sonra heyecanların giderek kontrol altına alındığı dikkati çeker.
Kıskançlık
Kıskançlığın nedeni ve ifade biçimi büyük ölçüde psiko sosyal etkileşim ortamı ile çocuğa yöneltilen uyarımlara bağlıdır. Kıskançlığı oluşturan ortam çoğu kez toplumsal kaynaklı olup özellikle çocuğun sevdiği kişileri içerir. Kıskançlık nedeni ile çocukta görülebilecek alt ıslatma, tırnak yeme, parmak emme gibi gerileme belirtileri onun ruh sağlığını büyük ölçüde etkiler
Öfke
Öfke tepkileri ilk çocukluk döneminde kısa sürer, Yapılan incelemelere göre ilk sekiz yıl içinde bu tepkilerin süresi beş dakikayı geçmez.
Anksiyete(Endişe)
Sorunun ne olduğunu bilmeksizin duyulan belirsiz bir korku olarak tanımlanabilen anksiyete erişkin ve çocuklarda çeşitli biçimlerde görülen gerginlik, sinirlilik kısaca hoş olmayan bir duygusal durumdur. Özellikle okul öncesi durumda anksiyete neden olan etkenlere sık rastlanır.
SAVUNAM MEKANİZMALARI
Savuma özellikle anksiyetenin etkisini azaltmak üzere öğrenilmiş tepki biçimi olarak tanımlanabilir.
İçe Çekilme Davranışı
Okul öncesi dönemdeki çocuk genellikle korkutulduğu ortamlarda sık sık bu savunma yolunu seçer yabancı bir odaya girdiğinde çocuk ondan gözlerini kaçırır, odadan kaçar
Gerileme
Bir ruhsal çatışma önüne geçilemeyecek ve bireyin uyumunu tümüyle bozacak bir düzeye ulaşırsa birey kolaylıkla uyum gösterebileceği ilkel davranış örneklerine dönebilir. Gerilemede çocuk o andaki artmakta olan endişe hali nedeniyle kendi içene çekilme girişiminde bulunmaktadır.
İnkar
Eğer kişi tehlikeyle baş edemez ya da ondan kaçınmazsa kullanılabilecek tek yol bu tehlikeyi yok saymak olur.inkar anksiyetenin çoğaldığı durumda görülür.
Bastırma
Bilincin kabul edemeyeceği bir takım arzuların bilinç altına itilmesi olayı bastırma biçiminde bir savunma mekanizmasıdır. Başka bir deyişle bastırma herhangi bir şey hakkında düşünmeyi ret etmedir.
Yansıtma
Bir bireyin istenmeyen herhangi bir düşünce ya da eylemi saldırgan arzu, nefret veya suçluluk gibi bilinç altı duygularını bir başaksına yansıtması durumudur.
Sosyal Gelişim
İki yaş çocuğu aile dışındaki bireylerle ilişki kurmaya ve kendi akranlarıyla olan beraberlikten zevk almaya başlar. Okul öncesi kurumlarının en önemli yararlarından biri bu kurumların çocuklara uzman elemanların rehberliğinde sosyal deneyim fırsatlarını hazırlamaları ve çocukların sorunlarını çeşitli tekniklerle ortay koyarak bunlara çözüm aramalarıdır.
Çocukların yetişkinlerden çok kendi yaşıtlarıyla beraber olma isteklerinin her geçen yıl giderek arttığı gözlenmektedir. 2 yaşına kadar çocuklar yanlış oynarlar 3-4 yaşlarında gurup halinde oynamaya oynarken birbirleriyle konuşmaya ve grup içinde oynamak istediklerini seçmeye başlarlar. 5 yaşındaki çocuk yeteneklerinden en iyi biçimde yararlanmak ister hak ettiği sorumluluk ve ödevlere biraz sahip olmaktan hoşlanır. 5 yaş çocuğu yaşadığı kültür çevresine uyum göstermesini başarılı bir kontrolle gerçekleştiren çocuktur.